Gerçekte Düşman Ancak Sözde Müttefik Abd’nin, Suriye Eski Özel Temsilcisi James Jeffrey’in Söyleminden Hareketle Düşmanımızın Düşünce Biçiminin Analizi…
Av. SEDAT ÇETİNKAYA
Amerika Birleşik Devletlerinin eski Türkiye Büyükelçilerinden Suriye Eski Özel Temsilcisi James Jeffrey, Al Monitor haber sitesine vermiş olduğu röportajda, öncelikle Erdoğan’ın Türkiye’den ayrı düşünülmesi gerektiğinden bahsetmektedir.
Bu söylem ise, bir kitleyi kontrol altına almak için liderin yıpratılmasının gerekli olduğu durumlarda uygulanan, sosyolojik- psikolojik temelli bir istihbarat uygulamasından başka bir şey değildir. Kısaca belirtmek gerekirse ABD VE YANDAŞLARI : “ Biz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve vatandaşlarına değil ; diktatör- baskıcı- saldırgan- nefret edilmesi gereken ve laik- çağdaş- demokrat – batının ayrılmaz bir parçası ve Nato müttefiki olan Türkiye’nin yönetiminden düşürülmesi gereken ERDOĞAN’a karşıyız” şeklindeki bir politikayı esas alan bir düşünce yapısına sahip olduğunu göstermektedir.
Elbette her fırsatta Sayın Erdoğan’ı olumsuz gösteren argümanların kasıtlı biçimde kullanılmasının, bu yaklaşımın bir gereği olduğunu da idrak etmek gerekmektedir. HERKES, yakınlaşma çabaları için gösterilen stratejik tavırlar hariç olmak üzere ; batının güç merkezlerinin SEVDİĞİ, DESTEKLEDİĞİ, İLİŞKİ KURDUĞU VE DEĞER VERDİĞİ bir Türk devlet adamının, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Milleti’nin çıkarı için hareket eden bir insan olmadığını, ONUN İŞBİRLİKÇİ BİR VATAN HAİNİ olduğunu anlamalı ve siyasi fikriyatını ona göre şekillendirmelidir…
Yine J.Jeffrey, yeni ABD Başkanı Joe Biden için en önemli beş meseleyi ; Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile ilişkiler, İran'la nükleer anlaşma ve iklim krizi olarak sıralarken, altıncı konunun Türkiye olduğunun altını çizmekte ve ayrıca ilk beşte yer alan İran ve Rusya meseleleri ile sekiz veya dokuzuncu sırada yer alacak olan terörizm meselesinin doğrudan Türkiye’yi ilgilendirdiğinden de bahsetmektedir. Bu beyan noktasında dikkat çeken husus, James Jefrey’in asıl meseleleri bilinçli olarak gözden kaçırmaya çalıştığı gerçeğidir.
Çünkü Orta ve Kuzey Afrika’yı, Asya ve Avrupa kıtasını, Akdeniz’i, Karadeniz’i- Kafkaslar’ı- Balkanlar’ı – Ortadoğu’yu ve Ortaasya’yı ilgilendirip de Türkiye’nin dışında olduğu hemen hemen hiçbir konu bulunmamaktadır. Türkiye’nin bizzat müdahil olduğu konuların ise, Türkiye’nin uygun gördüğü şartlar kabul edilmeden çözüme kavuşturulmasına olanak bulunmadığı gibi ABD lehine şekillenmesi de fiili imkansızlık içermektedir. DOLAYISIYLA ABD, Türkiye’nin karşısında biat edip, Türkiye’nin her istediğine destek verecek bir siyaset tarzını benimsemeden, bölgede ABD’ye Türkiye tarafından açılacak hiçbir kapı bulunmamaktadır. Bilakis kapılar, sıkıca kitlenecek ve tehlikelere karşı desteklenecektir.
Ancak belirtmek isterim ki DAHA BÜYÜK BİR BEDEL ÖDEME RİSKİNİ göze alabilirlerse, Türkiye’yi şöyle iyi bir zorlayalım da demek isteyebilirler. Ancak Türkiye, onların düşüncelerinde olan yani CHP zihniyetinin peşkeş çektiği Türkiye’ye ilişkin “MUHTEŞEM MÜTTEFİK” konumunu, ABD’nin kalleşliklerini üst üste koya koya “MUHTEŞEM DÜŞMAN”a çevireli çok olduğundan, Türkiye’yi sıkıştırma düşüncelerinden sonuç alabilmeleri de mümkün görünmemektedir.
Türkiye, bölgede ortaya koymuş olduğu işbirliği izlenimleri ve çok yönlü stratejik yönelimleri ile tüm küresel güçleri dumura uğrattığı gibi hepsini de gelecek noktasında korku içinde bırakmış bulunmaktadır. Türkiye’nin sonuç itibariyle ortaya koyacağı siyasi strateji, abartısız bir söylemle ifade etmek gerekirse, dünyanın geleceğini ve yüzyılımızı şekillendirecektir. Bu nedenle ne Avrupa Birliği’nin ne de ABD’nin bize karşı uygulayabileceği gerçek bir yaptırım da bulunmamaktadır. Ancak bizim onlara karşı uygulayabileceğimiz çok yaptırım bulunmaktadır.
Siyasi stratejilerin, her türlü deliliğin ortaya konabileceği OLAĞANÜSTÜ ŞARTLAR düşünülerek oluşturulması gereği bulunmaktadır. ( Örnek olarak Türkiye’nin Rusya ile birlikte hareket edip, Avrupa’nın enerji vanalarını kapattığı, Çin ile Avrupa’nın kara ticaretini bloke ettiği ya da Türkiye’nin, Akdeniz’i düşman gemiler için bir ölüm denizi haline getirip, güçlünün hukuku geçerlidir ilkesinden hareketle uluslararası hukuku falan tanımayıp boğazları istediği ülkelerin gemilerine kapattığı, ABD - NATO üslerini ve radar tesislerini ortadan kaldırdığı ve Avrupa’yı askeri güçle tehdit ettiği bir gerçekliğin resmini verebiliriz.) Biz, maliyeti çok düşük olan bu basit uygulamaları gerçekleştirdiğimizde, ne yaptıklarımızı engelleyecek ve karşı koyabilecek bir güçleri ne de bu gücü kullanabilecek bir yeterlilikleri bulunmamaktadır.
İŞTE BİZE DÜŞEN, BU GİBİ DURUMLARA YÜKSEK SEVİYEDE HAZIRLIKLI OLMAKTIR.
Çünkü batı dünyasıyla ve Atlantik paktıyla ilişkilerimizin üst düzeyde gerilip, iplerin karşılıklı olarak atılacağı günler çok uzak değildir. Bu nedenle ticaretimiz başta olmak ilişkilerimizi çok yönlü olarak geliştirmek, dostlarımızın sayısını ve stratejik ilişkilerimizi arttırmak, yabancı ülkelerde askeri üsler kurmak , ticaret yollarını , gıda ve hammaddeyi kontrol altına almak , silah sanayimizi nükleer silah üretmek dahil en üstün savunma ve saldırı kapasitesine ulaştırmak cihetinde zorunluluklarımız bulunmaktadır.
Ayrıca James Jeffrey, Erdoğan’ın mantıklı bir aktör olduğunu , Erdoğan’ın son sekiz ayda İdlib, Libya ve Dağlık Karabağ’da yaptıklarına bakılacak olursa ve dünyanın eşitler arasındaki bir yarış olarak görülmesi durumunda, Türkiye’nin son derece önemli bir yere geldiğini belirttikten sonra Rusya’nın ve müttefiklerinin Türkiye karşısında kaybettiğinin üzerini çizerek, üstü kapalı olarak yeni yönetime, Rusya’ya karşı kazanmanın anahtarının Türkiye olduğu tavsiyesini vermektedir.
Konuşmasının devamında belirttiği ; "İran'a karşı koruma sağlayan anti-balistik füze sisteminin tamamının merkezindeki NATO radarı Türkiye'de yer alıyor. Burada çok büyük askeri varlıklar bulunuyor. Türkiye olmaksızın Ortadoğu, Kafkaslar veya Karadeniz'de iş yapamayız. Ve Türkiye, Rusya ile İran'ın doğal rakibi" şeklindeki yönlendirmesiyle de Türkiye ile Rusya ve İran’ı rakip halinde tasavvur ettiklerini ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda belirtmek isterim ki James Jeffrey, Türkiye’nin küresel güçlere karşı Rusya ve Azerbaycan ile birlikte ortaya koyduğu henüz adı konulmamış ittifakı, İran ve Rusya karşıtlığı üzerinden bozmaları gerektiğini üstü kapılı olarak söylemek istemiş ve Türkiye’ye karşı atılacak adımlar değerlendirilirken, Türkiye’nin elinde bulunan stratejik ABD varlıklarına da dikkat çekmiş bulunmaktadır. Ancak bu bağlamda atalarımızın “ECELİ GELEN KÖPEK, CAMİ DUVARINA İŞERMİŞ ” sözünü de bir köşeye yazmak, ya da aklımızda tutmak iyi olacaktır diye düşündüğümü de ifade etmek isterim.
Ancak işin sonunda James Jeffrey’in söylediği ; "SDG (savaşçıları), temiz çocuklar. Onları ve liderliklerini çok iyi tanıdım. Ortadoğu standartlarına göre gerçekten olağanüstüler. PKK'nın son derece disiplinli bir Marksist kolu. Ayrıca PKK gündemini takip etmekle pek ilgilenmiyorlar, dağları da yok."söyleminin, meselenin ABD nezdinde nasıl anlaşıldığını, çelişkilerin nasıl yok edildiğini ve yaptıkları kalleşliğe nasıl bir kılıf giydirdiklerini göstermesi bakımından ibretlik bir durum olduğunu ifade ettikten sonra gelen tehdidin adiliğine de dikkat edilmesi gerektiğini ifade etmek isterim.
Çünkü J.Jeffrey, Ankara yönetiminin Ekim 2019’da Rojova’da başlattığı operasyonları durdurması için ABD yönetiminin devreye girdiğini ve operasyonlara son vermemesi durumunda EKONOMİLERİNİ YIKMAYA HAZIRDIK şeklindeki söylemiyle, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik olarak yapacağı bir operasyonda bu argümanı kullanacaklarını ifşa etmektedir. Bunun mefhumu muhalifinden çıkan sonuç, ABD’nin Suriye üzerine yükleneceği ve Türkiye’nin tepkisini engellemek için de ekonomi silahını kullanacağıdır.
Sonuç olarak belirtmek isterim ki ; herkesin ve her devletin bir planı olsa da Müslüman- Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve her şeyden önemlisi uğruna mücadele ettiğimiz mutlak kudret sahibi yüce Allah’ın da bir planı ve hükmünün icrası engellenemeyecek bir takdiri vardır.
Bizimle yapılacak mücadeleler güçlü olanların, ya da kendini güçlü görenlerin kazanacağı mücadeleler değildir. Allah’ın ordusuna ve Hz.Muhammed’in askerlerine karşı savaş açacak olanların tadacakları tek şey, MAĞLUBİYET olacaktır…
Bu topraklarda mücadele, önceden belirlenen kağıt üstündeki dengelerle değil, Müslüman- Türk Milleti'nin anlık olarak sahneleyeceği , karşı konulamaz güce ve esnekliğe sahip bir stratejiyle yaşanacaktır...