Başlıya Baş Eğdirip, Dizliye Diz Çöktüreceğimiz Bir Devrin Başlangıcında, Bir Ülkünün Mehabetinin Zirvesini Yaşayacağımız Günlerin İlkindeyiz…
Av. Sedat ÇETİNKAYA
Gerimizde kalan yüzyıl boyunca, dünyaya demokrasi dersi vermeye kalkan ve varlığını ; insan hakları , hukuk devleti, demokrasi ve girişim özgürlü altında tanımlayan Amerika Birleşik Devletleri, seçilmiş bir başkanın fikirlerine dahi tahammülün söz konusu olmadığı, kişisel hakların ayaklar altına alındığı, medyanın susturulduğu, başkanın sosyal medya hesaplarının kapatıldığı, para sahiplerinin ; “egemenlik halka değil bize aittir” diyerek güçlerini konuşturduğu bir medeniyetsizliği ve acziyeti yaşamış bulunmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri nezdinde yaşanan bu gelişmeler, ORTADAN KALDIRILAMAZ NİTELİKTEKİ BİR KUTUPLAŞMAYA da varlık kazandırmış bulunmaktadır. Ekonomisi çökme eşiğinde bulunan, sahip olduğu küresel hakimiyet unsurlarını kaybetme sürecine girmiş bir Amerika Birleşik Devletleri’nin, “dünyaya tek başına yön veren bir siyasi merkez olma kabiliyeti” de kalmamış bulunmaktadır.
Avrupa Birliği ise gerçek bir birlik olmaktan, siyasi ve askeri bir güç teşkil etmekten çok uzak, niteliksiz ve hantal bir teşkilatlanmaya sahip bulunmaktadır. Ancak bizim için ; "İYİ BİR PAZAR VE TİCARİ PARTNER’DİR.” Bu bağlamda Avrupa Birliği, Türkiye ile ticaretinden vazgeçemeyecek olması nedeniyle de ABD’ye karşı kullanabileceğimiz bir DENGE UNSURUDUR. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Sayın R.Tayyip ERDOĞAN’ın son dönemde Avrupa Birliği’ne yönelik olumlu ve işbirliği aradığı izlenimi veren söylemlerinin temelinde de bu dengeye oynamasının etkili olduğunu söyleyebilmek mümkündür.
Sayın Erdoğan önce İngiltere ve Rusya ile işbirliğini geliştirip AVRUPA BİRLİĞİ’NİN GÖZÜNÜ İYİCE KORKUTTUKTAN SONRA Amerika Birleşik Devletleri’nin, Yunanistan ve Fransa üzerinden Türkiye’ye yönelik olarak negatif içerikli politika geliştirmesini engellemek için AVRUPA BİRLİĞİ’NE KARŞI KOYAMAYACAĞI BİR HAVUÇ SUNMUŞ BULUNMAKTADIR. Ancak Sayın ERDOĞAN, bu havucu sunmasının bir zafiyetten kaynaklanmadığını göstermek için de Libya ve Yunanistan’a ilişkin politikalarında aktif bir tutum içine girmiş ; İtalya-Malta-Arnavutluk-Bulgaristan- Macaristan- Ukrayna gibi Avrupa Birliği açısından önemli devletlerle, AVRUPA BİRLİĞİ’Nİ STRATEJİK OLARAK TEHDİT EDECEK ŞEKİLDE ülkemiz ilişkilerini geliştirmeye de önem vermiştir.
Sayın Erdoğan’ın bu stratejik hamlesinin ise İKİ YÖNLÜ SONUCU OLACAKTIR. Bunlardan BİRİNCİSİ, Avrupa Birliği’nin baskısı nedeniyle, Fransa ve Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı düşmanca tutumunu SINIRLANDIRMASI biçiminde tezahür edecektir. Bu durum ise Türkiye’nin LİBYA’DAKİ POZİSYONU’NUN RAHATLAMASINA VE RUSYA’YA KARŞI DA DAHA GÜÇLÜ HALE GELMESİNE neden olacaktır.
Yine bu sonuca bağlı olarak, Fransa’nın yönlendirmesi ve Yunanistan’ın kışkırtmasına bağlı olarak şekillenen MISIR’IN LİBYA’YA YÖNELİK SALDIRGAN TUTUMU DA BÜYÜK ÖLÇÜDE ZAYIFLAYACAKTIR. Dolayısıyla Türkiye, küreselcilerin yönetimindeki ABD’nin baskısını hissetmeden, Libya’yı istediği şekilde dizayn etmeyi, Yunanistan- Kıbrıs Rum Kesimi- Fransa ve Mısır ittifakını bloke etmeyi başaracaktır.
Aksi ihtimalde ABD’nin yol vermesiyle ilerleyen Fransa’nın, oluşturmuş olduğu ittifakın rüzgarıyla Mısır’ı, Libya’yı işgal hususunda ikna ettiğini ve ciddi biçimde yönlendirdiğini , bu durumun ise Türkiye’yi Rusya ile birlikte politika geliştirmeye ve dolayısıyla Rusya’ya karşı denge gözetmek durumuna ittiğini önemle ifade etmek isterim.
Sayın Erdoğan’ın stratejik hamlesinin ikinci yönü ise ABD ve Avrupa Birliği politikaları etkisinde savrulan Suudi Arabistan üzerinde sonuç doğuracaktır. Siyonizmin tasmalı hizmetlisi BAE yönetiminin etkisinde politika geliştiren Suudi Arabistan yönetimi, küreselcilerin Suudi Arabistan’a yönelik olumsuz politikalarının etkisinden kurtulup varlığını devam ettirebilmek ve küreselcilerin işbirlikçisi İran’ın rejim üzerindeki baskısını dengeleyebilmek için Türkiye aleyhine yürüttüğü politikaları terk etmek durumunda kalacaktır.
Bu durum ise Suudi Arabistan’ın, Mısır rejimini destekleyen politikalardan uzak durması ve Yemen politikasını değiştirmesi anlamını da taşımaktadır.
Yine bu durumun bir sonucu olarak Türkiye’nin ; Katar, Umman ve Kuveyt ile ilişkilerini geliştirmesinin önündeki bazı psikolojik ve stratejik engeller de ortadan kalkacak ve BAE rejimi, istemeyerek de olsa Türkiye’nin karşısında tam anlamıyla YÜZÜSTÜ SÜRTEREK diz çökecektir. Bu neticenin ise Türkiye’nin Suriye - Irak – Lübnan ve İsrail politikalarına değin yansıyan önemli sonuçları olacaktır.
Özellikle bölgede yalnızlaşan ve tüm planları birbirine bağlı olarak çökerek Türkiye’ye muhtaç hale gelecek olan İsrail, hırsından ve hıncından ne yapacağını bilemez hale gelecek , DENGEYİ SAĞLAMA GÜDÜSÜYLE, ÇOK BÜYÜK VE STRATEJİK HATALAR YAPACAKTIR…
Bu arada Türkiye, oyalama ve havuç politikası çerçevesinde kazanımlarını devam ettirerek ekonomik - siyasi ve askeri açıdan gelişirken, Nükleer Silah bombasını da patlatmak durumundadır. Çünkü Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıl içinde geliştireceği siyasi- ekonomik ve askeri konsept, asgari 1500 yıllık tarihi yaraları kanatacak bir mahiyette ve hızla ilerlemektedir.
Asya ve Avrupa Hun Devleti’nin, Göktürk Kağanlığı’nın, Büyük Selçuklu Devleti’nin , Babür Devleti’nin ve Devleti Aliyye’nin hakimiyet alına giren tüm bölgeler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kaldırdığı kutlu sancağın etrafında birleşmek için savaş çeliğine bürünmekte ve kurt postuna sarılmaktadır. Nihayete ermesi 29 yıllık bir süreç alacak olsa da büyük bir diriliş için artık sayılı günler devri başlamıştır.
İleri atılmış Bozkurdun karşısına çıkacak cesareti bulamayıp, uzaktan uzağa çemkiren bir mahlukata benzeyen içimizdeki işbirlikçilerin, tüm çabaları ise ancak kendi sonlarını hazırlamaya yetecektir…
TARİH, MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ'NİN BÜYÜK VE KUTLU YÜKSELİŞİNE VE AMANSIZ BİR MÜCADELEYE HAZIRLANMAKTADIR…
YAPMAMIZ GEREKEN TEK ŞEY ; HAZIR MIYIZ VE DOĞRU SAFTA MIYIZ DİYE KENDİMİZE SORMAKTIR…