Akdeniz - Libya Ve Suriye Meselesi Üzerinden Küresel Siyaset Stratejisi Anlamak Ve Bozmak…
Avukat Sedat ÇETİNKAYA
Doğu Akdeniz’in sıcak ve derin sularında, TÜRKİYE’nin karşısına çıkaracak terörist bir örgüt bulma ve oluşturma yeterliliğinden yoksun olan güçler, öncelikle ve en akılcı çözüm olarak YUNANİSTAN’ı kullanmayı planlamış bulunmaktadır. Bu güçler ise ön planda hangi devlet olursa olsun, İsrail’den ve Amerika Birleşik Devletleri’nden başkası değildir.
ALMANYA, Türkiye’nin gözünü boyamak için Yunanistan ile Türkiye arasına girmeye çalışır gibi görünse ve bu hususta iki NATO müttefikinin çatışmasını engellemeye gayret ettiği izlenimini veriyor olsa da daha büyük bir planın parçası olduğunu nihayet net bir biçimde göstermiş bulunmaktadır.
Almanya, Avrupa Birliği içinde Fransa ile çekişiyor olsa da ABD ve İsrail politikaları açısından, ŞEYTANİ İTTİFAKA dahil olduğunu göstermekte ancak bu hususta Türkiye’nin düşmanlığını üzerine çekmekten de şimdilik uzak duran bir siyaset tarzını benimser görünmektedir. Daha da açıkça ifade etmek gerekirse Fransa ve Yunanistan ikilisi gönüllü olarak kötüyü, Almanya ise ite kaka da olsa iyiyi oynamaktadır.
Ancak Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in ; “Avrupa Birliği, haklı olduğu konularda Atina’yı ciddiye almakla ve desteklemekle yükümlüdür” ifadesiyle, Yunanistan’ı desteklediklerini ve bu desteği, tüm Avrupa Birliği’nden de görmek istediklerini şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koymuş bulunmaktadır.
Aslında Almanya’nın Libya ile ilgili meseleler noktasında da benzer bir tutum içinde olduğu hatta Hafter’in, Berlin Konferansındaki tavrına göstermelik olarak tepki ortaya koyarak, OYUNDAKİ ROLÜNÜN ANLAŞILMASINI GİZLEMEYİ hedeflediği ve kısaca “POLİTİK TUZAK” kurduğu fark edilmelidir. Küresel güçlerin, bir sömürge devleti olan Almanya’ya vermiş oldukları görev ve etki alanının ; Türkiye’yi kontrol etmek, dengelemek ve oyalamak olduğu hususunun yüksek bir hız ve kuşatıcı bir perspektifle anlaşılması gereği bulunmaktadır.
Almanya’nın, "ALTAY TANKI"nın motoru konusunda sergilemiş olduğu olumsuz tutum ve içimizdeki işbirlikçilerini kullanarak bu hususta Türkiye içinde oluşturmuş olduğu polemiklerin tamamı, Türkiye’nin savunma alanındaki ivmesini ortadan kaldırmaya yönelik bu oyalama taktiğinin bir görünümünden başka bir şey değildir. Ayrıca bu taktiğin ; altın çıkarılmasından, nükleer santral inşasına kadar hemen hemen her stratejik alanı kapsadığını da görmek gerekmektedir.
Tüm bu gerilim politikasıyla yapılmak istenen şey ise , Avrupa Birliği’nin büyük ölçüde desteğini almış bir Yunanistan kullanılarak, Doğu Akdeniz’in ABD ve özellikle İsrail çıkarları için şekillendirilmesi, Türkiye’nin ; jeopolitik olarak sınırlandırılarak Akdeniz coğrafyasından ve Afrika’dan uzak tutulması, Suriye ve Irak’ta tezgahlanan Kürt Devleti oluşumu noktasında bir oldu – bitti ile karşı karşıya bırakılması, gerici ve kokuşmuş CHP zihniyetinin Kıbrıs uzantıları kullanılarak Kıbrıs’tan dışlanmasının temin edilmesidir.
Bu bağlamda ; Libya meselesi, Türkiye- Yunanistan sorunları ve Suriye – Irak topraklarında kurulması planlanan Kürt Devleti noktasında öncelikli ve ehemmiyetli olan meselenin hangisi olduğunu görmek, BU OYUNU BOZABİLMENİN İLK ŞARTI olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Libya’dan başlayacak olursak, Libya’da ortaya çıkan ateşkesin aslında Türkiye ile Rusya arasında var olan ve net olarak ortaya konulmamış bir mutabakatın ürünü olduğunu , Hafter’in olumsuz tutumunun ise bu mutabakatı baltalamak isteyenlerin tavrının bir tezahürü olduğunu anlamak gerekir diye düşünüyorum. Bu bağlamda Afrika’daki sömürge düzenini korumak isteyen Fransa’nın, Libya üzerine daha büyük bir ehemmiyetle eğilmesi söz konusu olsa ve Türkiye ile Libya arasında imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması tüm bölgesel aktörleri etkiliyor olsa da birincil öncelikli konunun Libya olmadığını söyleyebilmek mümkündür.
Münhasır Ekonomik Bölge’lerin paylaşımına ilişkin olarak uluslararası yaklaşımlar ve kararlar ortadayken, Türkiye ile Yunanistan arasında bilinçli olarak oluşturulan sorun ve Türkiye’nin meseleyi sıcak bir çatışmamaya dönüştürmemesi için araya girenler tarafından oluşturulan fren etkisi de dikkate alındığında, bu meselenin de gerçek hedef olmadığı ortaya çıkmaktadır.
GERÇEK HEDEF ; ABD’nin ve İsrail’in, Suriye ve Irak bağlamında oluşturmaya çalıştığı Kürt Devleti ve Lübnan’da tezgahlamaya çalıştıkları iç savaştır. ABD ve İsrail, gerek Suriye’nin ve gerekse Irak’ın kendi istedikleri zemin doğrultusunda şekillenmesi için gerekli gördükleri adamları atmakta, bu adımların bir şekilde engellenmesi durumunda ise engeli dolaşarak yeni bir adım atmakta kararlılık göstermektedir.
ABD ve İsrail’in beklediği şey, ABD seçimleridir ve atacakları adımları bu seçimlerin neticesinde güçlü ve etkili bir yaklaşımla şekillendirmeyi hedeflemektedirler. Bu arada amaçları ve stratejileri ise ;
• Türkiye’nin, Suriye ve Irak’da oyun bozucu bir adım atmasını engellemek,
• Türkiye’yi Lübnan’dan uzak tutmak,
• Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 11 Ekim 2020 tarihinde yapılacak seçimlerde yandaş bir işbirlikçinin galip gelmesini sağlamak,
• Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Libya’da etkinlik kurmasına imkan verecek bir duruma sebebiyet vermeden, durumun stabil şekilde devam etmesini temin etmek,
• Yunanistan’ın fazla ileri gitmeden Türkiye’yi oyalamasını sağlamak,
• Ve Türkiye üzerinde gündeme taşınacak ekonomik baskılar ve yerli işbirlikçilerin algı yönetimi uygulamalarıyla, hükümeti dış politikadan uzaklaştırarak, iç politika ile uğraşır hale getirmekten teşekkül etmiş bulunmaktadır.
Bu durumda Libya’da, çıkarlarımızın bir gereği olarak Rusya ile anlaşma zeminini derinleştirip, UMH ile Tobruk yapılanmasını temsilen Akile Salih üzerinden hareketle Hafter’i süreçten tamamen dışlamaya matuf girişimleri adım adım uygularken ;
küresel güçlerin arzuladıkları sürecin dışına çıkarak, Yunanistan’a devamını getirmesini imkansız kılacak şekilde hızlı ve etkili bir askeri karşılık vermek ve Suriye’de kaldığımız yerden devam edecek tarzda Pyd//Ypg yapılanması üzerine, Irak’ta ise Musul üzerine konsantre olmaya başlamak en etkili ve en oyun bozucu yol olacaktır…
Ne de olsa Bozkurt, puslu havayı sever…