Ermenistan Karşısındaki Zaferimiz Ve Çağrıştırdıkları…
Allahu Ekber… Türkler Geliyor…
Av. Sedat Çetinkaya
Ve Ermenistan, bir zamanlar kendisine sağlanan olanakları sınır tanımaksızın kullanarak işgal ettiği Azerbaycan topraklarını, perişan bir şekilde terk etmeyi kabul etmek durumunda kalmıştır.
Bu zafer, yüzyıllık bir aradan sonra elde ettiğimiz zaferlerin büyüyerek devam ettiğini, karşımızda pozisyon alanların da devamlı bir biçimde güç kaybına uğradığın gösteren tarihi bir delil hükmündedir.
Şartlar çerçevesinde dengeyi kurduğunda ve organizasyonunda bir sıkıntı olmadığında ; Türk Milleti’nin, cesaret ve fedakarlığın timsali olan ordularını yenebilecek bir güç olmadığı, bir kez daha kanıtlanmış ve bu gerçeklik tüm dünyaya şanlı bir zaferle ilan edilmiş bulunulmaktadır.
Kardeş devletimiz Azerbaycan’ın elde etmiş olduğu bu zaferin, önümüzdeki süreçte elde edeceğimiz galibiyetler için stratejik öneme sahip bir gelişme olarak da addedilmesi gereği bulunmaktadır.
Rusya’nın ; askeri, ekonomik ve stratejik perspektif dahilinde kendi içine kapanmak durumunda kalacağı, nüfus olarak ve askeri açıdan Rusya’yı dengelediğimiz ve Türk Birliği’nin etkin ve bağımsız bir yaklaşım içinde geliştiği bir dönemde, Ermenistan’ın bu coğrafyadaki varlığını koruyabilmesinin mümkün olmadığı da görülecektir ki bu günlerin tarihi açıdan çok uzak olmadığını söyleyebilmek de mümkündür.
Ermenistan tıpkı işgal ettiği topraklardan çıkarıldığı gibi fırsattan istifade ederek kendini konumlandırdığı topraklar üzerindeki hakimiyetini de kaybedecektir.
Azerbaycan’ın kazandığı bu tarihi zafer, Rusya’nın süreli olarak konuşlandıracağı barış gücü gibi siyasi ve stratejik açıdan bazı kılçıklar barındırıyor olsa da Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti ile Azerbaycan arasındaki bağlantının tesis edilmesine yönelik olarak kabul edilmiş bulunan yaklaşımlar, tarihi öneme sahip bulunmaktadır. Zira Azerbaycan, bu bağlantının varlığı ve bozulması üzerinden gelecekte askeri operasyonlar geliştirebilme ve talepte bulunma imkanını da elde etmiş bulunmaktadır.
Azerbaycan’ın bu tarihi öneme sahip zaferle ortaya koymuş olduğu güç, bağımsızlık için biraz uyarılmayı biraz da uygun koşulların oluşması bekleyen Güney Azerbaycan toprakları ve halkı için de büyük bir umut ışığının doğmasını ve gittikçe yükselen bir “Diriliş Ateşi”nin yakılmasını da sağlamış bulunmaktadır. Bu ateşin, söndürmek için kendisine müdahale edenleri yakmak için ne zaman harlanacağı ise sadece bir zaman meselesi olarak varlık kazanmış bulunmaktadır.
Bu arada İran ile iyi ilişkiler kurmak isteyecek olan yeni ABD yönetiminin, Hazar Devleti’nin bakiyesi üzerinde yükselen ve Selçuklu’nun bakiyesine de hitap etmeye başlayacak olan güçlü Azerbaycan’ın yanında kendisini konumlandırmak durumunda kalacak olan İsrail’in, İran’ı parçalamaya matuf politikasının nasıl bir şekil alacağını seyretmek de önemli olacaktır…
Türkiye ile Rusya’yı, Azerbaycan ile Türkiye’nin üstün strateji içeren yaklaşımları nedeniyle Ermenistan üzerinden bir savaşın içine çekemeyen siyonist odakların, güçlenen Azerbaycan’ın siyasi ve stratejik pozisyonundan ve Türkiye ile ilişkilerinden hareketle Türkiye ile iyi ilişkiler kurmayı hedefleyecekleri ve aynı zamanda Türkiye// Azerbaycan ittifakı ile İran arasında çıkacak bir çatışmaya oynayacakları da ayan beyan görünmektedir. Böylece İsrail, bir taşla iki kuş vurma imkanını elde edeceğini düşünerek, tarifsiz bir sevinç duymaktadır…
Bu arada İpek yolu projesinin en önemli noktalarından biri olan Kafkasya’da tesis edilen Türkiye- Azerbaycan hakimiyetinin, küresel para baronları ile Türkiye arasındaki çekişme noktasında, Türkiye’nin elini güçlendiren bir değer oluşturduğu da asla gözden kaçırılmaması gereken bir durum olarak not edilmedir. Tabiri caizse Türkiye, küresel para baronlarını iki eliyle ve boğazlarından yakalamış, sıkmaya da başlamıştır. Suriye- Irak – Kıbrıs- Doğu Akdeniz – Adalar Denizi- Orta ve Kuzey Afrika- Balkanlar- İstanbul – Kafkasya ve hatta Ukrayna dahi Türkiye’nin etkisi ve kısmen de kontrolü altında bulunmaktadır.
Bu bağlamda Türkiye’nin sahip olduğu stratejik pozisyonun ve hamle gücünün, Türkiye’nin döviz kuru seviyesinden, Türkiye’de gerçekleşecek seçim ittifaklarına ve İngiltere – ABD ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilere değin oluşturacağı derin etkileri söz konusudur. Önemli olan husus, küresel para baronlarının, Türkiye ile mücadeleye kesintisiz biçimde devam mı edecekleri yoksa Türkiye’nin gücünü kabul edip uzlaşma mı arayacakları noktasında şekillenmektedir.
Şahsi kanaatim samimi olmasalar da uzlaşma arayacakları noktasındadır ancak İsrail’in politikalarının bu uzlaşma arayışını etkisiz kılabilme ihtimali oluşturduğunu da şimdiden görmek gerekmektedir. Belki de bu çerçevede oluşacak bir belirsizlik durumunun , Ülkemiz açısından çok daha iyi sonuçlar vereceğini ve aradan sivrilerek bir küresel güç olarak yükselmemiz için zaman ve fırsat sağlayacağını da düşünmek gerekmektedir.
Azerbaycan- Ermenistan arasındaki meselede Rusya’nın dışlanmayarak ve etkisini sürdürmesine izin verilmesinin, Rusya’nın Suriye ve Libya pozisyonunda bir zayıflamaya işaret ettiği de gören gözler nezdindeki yerini almıştır. Daha da açıkça söylenecek olursa Rusya, Türkiye’ye adı konulmamış bir taviz vermiştir. Bu bağlamda Rusya, yakın bir süreçte Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirebileceği operasyonlara karşıt tepki geliştirmeyecek ve hatta iyi bir tiyatro sahnesi geliştirerek, bir süre sonra Suriye’den çekilme şeklinde bir yaklaşım içine de girebilecektir.
Bu bağlamda Türkiye’nin, Rusya- İngiltere yakınlaşmasına çok dikkat etmek ve hatta bu yakınlaşmayı engellemek, Almanya ile 1.Dünya savaşı döneminde olduğu gibi stratejik ilişki kurmamak ve küresel güçlere karşı geliştirilecek stratejik ilişkileri bir süre Rusya’ya karşıtlık oluşturmayacak şekilde yürütmek şeklinde bir yaklaşımı benimsemesi uygun olacaktır. Bu durum, ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik agresif politikalarının önüne geçeceği gibi Türkiye’nin küresel para baronlarına, İngiltere’ye ve Çin’e karşı pozisyonunu da ekstra güçlendirmesine olanak sağlayacaktır.
Ayrıca Rusya ile oluşan karşılıklı çıkar dengesi, Kafkaslara ve Ortaasya’ya yönelik politikalarımız açısından da kolaylaştırıcı bir içeriğin oluşmasına zemin hazırlayacaktır. Rusya, ekstra bir olumsuzluk yaşanmazsa, bölgedeki gerilim politikasının tarafı olmak yerine, asgari 100 milyar Dolarlık bir ticaret hacmine sahip olduğu Türkiye ile ilişkilerini geliştirme stratejisine doğru evrilen bir politikaya geçecek gibi durmaktadır. Ancak Rusya’nın bunu destekleyecek bir sosyolojik altyapıya sahip olmadığı hususu, hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir durum olarak gündemde tutulmalıdır.
Stratejiler ve hamleler neyi gerektirirse gerektirsin, sonunda Allah’ın istediği olacak ve Allah c.c hazretleri, mücadele için kılıcını kınından çekmiş, cesaretin ve fedakarlın zirvesinde kutlu bir sancağı dalgalandıran yeryüzündeki ordusunu hiçbir zaman yalnız bırakmayacaktır…