Türkiye-İsrail İlişkileri Üzerinden, Geleceğe Yönelik Düşünceler…
Av. Sedat Çetinkaya
İsrailoğulları, devletsiz kaldıkları çok uzun bir sürecin sonunda, kurulmasını sağlamış oldukları İsrail devletiyle ilgili olarak, güvenlik hassasiyetine dayalı travmatik ve saplantılı yaklaşımlar üzerinden bir politika geliştirdikleri gibi Filistin halkının, süreç içinde yok edilmesini hedefleyen kabul edilemez bir uygulamayı da kesintisiz bir biçimde devam ettirmektedir.
İsrailoğulları’nın, inanç temelinde şekillendirdiği dini ve sosyolojik yaklaşımların, İsrail yönetimi üzerinde etkinliği bulunan siyonist bakış açısı ve küreselci paganların politikaları ile birleşmesi sonucunda ise “SEÇKİNCİ” bir bakış açısı ortaya çıkmaktadır. Bu bakış açısı ise İsrail’in ; kural tanımaz, hem yokedilmekten korkan hem de yok etme hedefine kitlenmiş ve kendisini dünyanın merkezinde gören bir felsefe ile tanımlanabilmesini mümkün kılmaktadır.
Oysa KAZIN AYAĞI , İsrail’in düşündüğü gibi değildir ve bu durumu ; para, medya, küresel güçlerin desteği, tehdit, istihbarat faaliyetleri, gizli servis operasyonları ve müttefiklik ilişkileri gibi faktörleri kullanarak değiştirebilmeleri de İMKANSIZDIR…
İSRAİL’İN EN BÜYÜK HANDİKABI ya da onların bakış açısıyla ifade edilecek olursa şansızlığı ; MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ’NİN ETKİSİ, BASKISI VE SINIRLAMASI ALTINDA OLMASIDIR.
Dünyanın en kadim milleti olan ve ordularının atı, Nuh nebi doğmadan kişnemiş Türk milleti ; genetik kodlarına işlemiş deneyimi, bilgisi, savaşma ve direnme kabiliyeti, cesareti, organizasyon gücü, fethetme becerisi, yayılma- yönetme ve kontrol etme yetisi ve tüm dünyaya yayılmış nüfusu, sempatisi ve etkisiyle, İsrailoğulları’nın fersah fersah ötesinde imkanlara ve kabiliyetlere sahip olan bir millettir. Bu noktada öğretilmiş aşağılık kompeksi içinde bulunan ve batının gönüllü uşaklığına soyunmuş olan zavallılara ; son yüzyıla değil, TARİHE BAKMALARINI ve TARİH ÖĞRENMELERİNİ tavsiye ettiğimi de ifade etmek isterim.
Türkiye’nin koymuş olduğu blokaj nedeniyle uzun bir süredir askıda bulunan İsrail- Türkiye ilişkileri, İsrail’in açık bir geri adım atması ya da daha doğru ifadeyle, geri adım atmak durumunda kalmasıyla yeniden hareketlenir gibi görünmektedir. ANCAK BU SONUCUN, SOMUT HEDEFLER DOĞRULTUSUNDA ŞEKİLLENMESİNİN , SİYASİ STRATEJİNİN AKLİ TEMELLERİ AÇISINDAN MÜMKÜN OLMADIĞINI DA BELİRTMEK İSTERİM.
Aslında İsrail, Türkiye ile ilişkilerinin düzelmesini ciddi biçimde arzulamaktadır. Ancak bunu yaparken, kendi hedeflerine ilişkin olarak vermek istediği bir taviz bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bu yolda ilerlemek isteyen kişi ve hükümetlerin, ENİNDE SONUNDA MESELENİN BAŞINA DÖNMESİ gereği bulunmaktadır.
İsrail ve arkasındaki güç merkezleri ; ne İsrail’in Filistinlileri asimile etme uygulamasından ne Büyük İsrail projesinden ve ne de Türkiye’nin İsrail’e hizmet edecek bir hükumet tarafından yönetilmesi isteminden vazgeçmeyecektir.
İSRAİL’in Türkiye’ye yönelik yaklaşma siyaseti, temel siyasetlerinde bir değişme olmasa da pragmatik bir bakış açısıyla, ticaret yapalım ve bu ticaret üzerinden Türkiye üzerinde etkili olma imkanını yakalayalım anlayışına denk düşmektedir.
TÜRKİYE’NİN DE İSRAİL’E YÖNELİK BAKIŞ AÇISINDA KÖKLÜ BİR DEĞİŞİKLİK ÖNGÖRMEKSİZİN, İsrail ile ilişkilerin yeniden tesis edilmesi noktasında, en azından görüntü açısından, olumsuz yönde inatçı bir tutum sergilememesi ise ;
1- ABD’nin, Türkiye üzerindeki çok yönlü baskısının hafifletilmesini,
2- ABD ve avanesi tarafından, Türkiye’ye yönelik olarak uygulanan ambargoların kaldırılması için pozitif bir ortam elde edilmesini,
3- Doğu Akdeniz’den çıkarılacak İsrail gazının Avrupa’ya nakli meselesi üzerinden oluşan havuçla, Türkiye’nin milli hedeflerini gerçekleştirme noktasında zaman kazanılmasını,
4- Avrupa Birliği üzerinde yeni bir koza daha kavuşularak, AB’nin sesinin kesilmesini ,
5- İsrail’in, Filistinliler üzerindeki baskıyı hafifletmesi talebi üzerinden İsrail’e karşı siyasi angajman elde edilmesini,
6- İsrail’in, Büyük İsrail projesi kapsamında Ortadoğu’da uygulamaya koymak istediği projelere karşı siyasi ve psikolojik blokaj oluşturulmasını,
7- Yunanistan- İsrail ilişkilerini sınırlama imkanına kavuşulmasını,
8- Yunanistan’ın münhasır ekonomik bölge iddialarını boşa çıkaracak anlaşmaların önünün açılmasını,
9- Türkiye- Mısır ilişkilerinin normalleşmesi için siyasi zemin yakalanmasını,
10- Türkiye’de 2023 yılında yapılacak seçimlere yönelik olarak oluşacak olumsuz yönlendirmelerin ve muhalif kanada verilecek desteğin bloke edilmesini SAĞLAYACAK BİR ZEMİNİ hedeflemektedir.
Ancak belirtmek isterim ki Türkiye – İsrail ilişkileri, onlarda “BATIL’A” önderlik edip dünyayı fesada boğma, bizde de “HAKK’A” liderlik edip KIZILELMA hedefi peşinde koşma ideali hakim olduğu müddetçe, hiçbir zaman meyve vermeyecek ve eninde sonunda tüm dünyayı etkileyen büyük bir mücadelenin doğması ile sonuçlanacaktır.
Bu arada Türkiye- İsrail ilişkilerinin, bir süre normalleşme eğilimi altında devam etmesinin, SURİYE’DEKİ SAVAŞI VE YÖNETİMİ etkileyen bir sonuç doğurabilme ihtimaline vücut verdiğini de söylemeden geçemeyeceğim. Belki de bu sonuç üzerinden, Suriye’de bir barış ortamı tesis edilebilmesi mümkün olabilir ki yakın dönemde İsrail başbakanı N.Bennett’in Rusya’ya yönelik sürpriz ziyaretinin gerçek nedeninin, Ukrayna ile ilgili değil de, Suriye ile ilgili görüşmek olduğunu söyleyebilmek mümkün hale gelmektedir.
İsrail ile ilgili olarak dikkat etmemiz gereken en önemli şey ise İran üzerinden bizi içine çekmek isteyeceği olaylar ve durumlardır...
Ayrıca yıllarca Türkiye, İsrail ile ilişki kursun türküsü söyledikten sonra ; İsrail’in büyük yalvarmaları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin büyüklüğünü ve Sayın Erdoğan’ın üstün liderliğini kabul etmeleri sonucunda, ortaya koydukları edilgen tavır altında ve bizim cihana yön veren külliyemizde yapılan görüşmeden, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve lideri adına;
İsrail’e karşı geri adım atıldı, İsrail Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye gelmesi için yalvarıldı, Filistin davasına ihanet edildi, madem ilişki kurulacaktı neden bunca yıl beklenti gibisinden ancak beyin fukaralarına yaraşan söylemler icat edenlerin; İsrail’in, Türkiye ve Sayın Erdoğan karşısındaki içleracısı ezikliğini, süt dökmüş kedi kıvamındaki pozisyonunu görmezden gelip bizi aşağılamak isteyen işbirlikçiler olduğu da asla gözden kaçırılmamalıdır.
Sayın Erdoğan’ın “One Minute” hatta tam tabiriyle KES SESİNİ ULAN diye seslenmesinden sonra hız kazanan küresel mücadelede, ülkemizin ulaştığı asil ve şerefli konumu , satılığa çıkarttığı ruhuna yediremeyenlerin, terk edilen Davos’un kadim hizmetkarlarının ayağımıza gelerek büyüklüğümüzü teslim etmeleri karşısında da dilleri tutulmuş, çare olarak da kendilerini bölücülük propagandası yapılan toplantılara atmakta bulmuşlardır.
Ancak onları ne yaptıkları ihanetler kurtarabilecek ne de aziz ve asil milletimizin atacağı tokattan kaçabileceklerdir.
Bize düşen görev, karşımızda salyalarını akıtanlara en kesif şekilde cevap vermek, onların ortaya koydukları kirli propagandalar karşısında en az onlar kadar cesaretle karşılık verme yeterliliğini göstermektir. Biz karşılık verdikçe onlar sinecek, çirkef yosununa bulanmış düşüncelerini rahatlıkla ortaya koyamayacaklardır. Algının çok şey olduğu günümüz dünyasında, psikolojik harp mahiyetini haiz bu kutlu mücadelenin, en az cephede yapılan mücadele kadar değerli olduğu bilincini her daim varlığımızda taşımayı ulvi bir vazife addetmeli ve teşvik etmeliyiz.
Üstadın ifade ettiği gibi ;
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir !
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir !