5 Haziran Dünya Çevre Günü
Birleşmiş Milletler Örgütü 1972 yılında İsveç'in başkenti Stockholm'de 133 ülkenin katılımı ile düzenlediği zirvede, 5 Haziran tarihinin “ Dünya Çevre Günü” olmasını oybirliği ile kabul etti. O tarihten bu yana çevre sorunlarına kamuoyunun dikkatini çekmek amacıyla dünya genelinde çeşitli etkinlikler düzenlenmeye başlandı.
2020 Dünya Çevre Günü teması, biyoçeşitlilik. Yıl boyu gündemimizde olacak bu konu, 1993 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler (BM) Biyoçeşitlilik Sözleşmesi, BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ve 2020 sonrası iklim değişimiyle mücadelenin yol haritası Paris Anlaşması çatısında gezegenimizin zenginliklerinin geleceğini kapsıyor.
Günümüzde çevre konusunda toplumsal bilinç yaratmak için yapılan çalışmalar maalesef istenilen hedefe ulaşmamakta, çevre duyarlılığı çıkar için kullanılabilmekte ya da satış pazarlama için kullanılmaktadır. Birçok insan kendi çıkarı söz konuş olunca “çevreci” kesilmekte, birçok firma geri dönüşüm ve biyobozunurluk gibi kavramları ticari amaçlar için kullanmaktadır.
Çevrenin ve biyoçeşitliliğin korunmasının önemini anlayabilmek için bazı temel kavramları anlamak zorundayız.
EKOSİSTEM: Belirli bir alanda, birbiriyle etkileşim içerisinde olan canlı ve cansız çevrenin oluşturduğu sistemdir şeklinde tanımlanabilir. Orman ekosistemi, Çöl ekosistemi, çayır ekosistemi, sucul ekosistemler gibi farklı ekosistemler vardır.
Ekosistem canlı ve cansız çevrenin birlikteliğinden oluşur demiştik. Şimdi bir orman ekosistemini yakından inceleyelim. Orman ekosisteminin canlı bileşenleri bitkiler, hayvanlar, mantarlar ve bakterilerden oluşacaktır. Cansız bileşenleri ise ışık, su, toprak, iklim, sıcaklık, pH gibi faktörlerden oluşacaktır.
Ekosistemin canlı faktörlerini ekosistemdeki görevine göre üretici, tüketici ve ayrıştırıcı şeklinde gruplandırırız.
Genel bir ifadeyle söyleyecek olursak bitkiler üretici (güneş enerjisiyle besin ürettikleri için), hayvanlar tüketici (güneş enerjisiyle besin üretemeyip bitkilere bağlı veya bitkiye bağlı olana bağlı oldukları için) mantar ve bakteriler ise ayrıştırıcı (Bitki ve hayvan artıklarını meydana geldikleri inorganik maddelere dönüştürdükleri için) kabul edilirler.
Bir yerin ekosistem olabilmesi için cansız faktörlerin yanı sıra yukarda bahsettiğimiz canlı faktörlerin de mutlaka bulunması gerekir. Canlıların kendi arasında veya cansız faktörlerle olan ilişki ne şekilde bozulursa bozulsun ekosistem çöker.
POPULASYON: Ekosistem içerisinde kendi arasında etkileşimde olan aynı türe ait bireyler topluluğuna da popülasyon denir. Orman için örnek verecek olursak kızılçam popülasyonu, geyik popülasyonu, sincap popülasyonu, meşe popülasyonu gibi popülasyonlardan bahsedebiliriz.
HABİTAT: Bir canlının doğal olarak yaşayıp üreyebildiği alana da habitat denir.
EKOLOJİK NİŞ: herhangi bir canlı türünün ekosistemde yapmış olduğu işi. Örneğin yaban domuzunun ekosistemde toprağı kazıp tohumların toprağa karışmasını sağlamak onun ekolojik nişidir.
Genel tanımları yaptıktan sonra ekosistemin nasıl işlediği konusuna dönebiliriz. Ekosistemin işleyişini anlamadan çevre ile ilgili doğru kararlar vermemiz mümkün değildir.
Ekosistemde üreticiler ( Bitkiler) besin üretirler, bu besini kullanarak kendi yaşamlarını ve üremelerini gerçekleştirmeye çalışırlar. Güneş yoluyla elde ettikleri besinlerin ancak %10’unu hayvanlara verebilirler geri kalan %90’nı kendileri kullanırlar.
Aynı şekilde bitki yiyen hayvanlar da bitkiden aldıkları besinin %90‘ını kendileri kullanıp %10’unu hayvan yiyen hayvanlara verebilirler. Tabi bunların tümünün artıklarını da ayrıştırıcı dediğimiz mantar ve bakteriler parçalayıp yeniden inorganik madde yapmak zorundadır.
Bir başka deyişle bir ekosistemde 100 birim bitki varsa 10 birim koyun olur 1 birim de kurt olur. Bunun dışındaki miktar değişimleri ekosistemi çökertir. Kurdu yok ederseniz koyun çoğalır bitkiyi yok eder sonra kendi de yok olur.
Her ekosistemde mutlaka madde ve enerji akışı olmak zorundadır. Bitkiler inorganik maddeleri alıp organik madde yapar, hayvanlar bu organik maddelerden kendilerine has organik maddeleri dönüştürürler. Ayrıştırıcılar da her ikisinin her türlü organik maddesini yeniden inorganik maddelere dönüştürür.
Canlılar hep kalıtsal çeşitlilik yapmak üzere dizayn edilmişler yani kendi yakın akrabasıyla değil de genetik olarak kendine uzak olanla üreyecek şekilde dizayn edilmişlerdir. Örneğin kiraz ağacının çiçeğinde erkek ve dişi üreme hücreleri aynı çiçekte bulunmasına rağmen başka kiraz ağacının çiçeğinden polen (erkek üreme hücresini barındıran birim) alabilmek için arıya rüşvet vermekte (balözü) bu sayede kalıtsal çeşitliğini sağlamaktadır.
Kalıtsal çeşitlilik neden bu kadar gereklidir: Doğada canlılar arasında işbirliği olduğu gibi inanılmaz rekabetler de vardır. Çünkü bir çok birbiriyle beslenmekte veya aynı besin için rekabet etmektedir. Yukarda kısaca değindiğimiz bakteri ve mantarların hepsi çürükçül değildir bunların bazıları parazit olarak başka canlıların üzerinde yaşar üzerinde yaşadığı canlıya da hastalık yapar.
Düşünün ki parazit bir mantar bir bitkiye bulaştığında onunla genetik özelliğe sahip bütün bitkilere bulaşıp o türü yok edebilir. Tür içerisinde küçük kalıtsal farklılıklar varsa farklılar direnç geliştirip hastalıktan kurtulabilir.
Canlılar birbirleriyle rekabet ettikleri kadar işbirliği içerisindedir de, örneğin hemen hemen her bitkinin kökünde, bitkiyle işbirliği içerisinde bulunan mantarlar vardır.
Mantarlar topraktan suyu ve minerali alıp bitkiye verir bitki de ona besin verir. İkisi karşılıklı denge içerisinde yaşar gider. Mantarı yok ettiğinizi düşünün bitkiyi yaşatabilmek için daha fazla gübre daha fazla su vereceksiniz, bu sefer de hastalık yapıcı mantarlar çoğalmak için uygun ortam bulacak bitkilerinizi hasta edeceklerdir.
Doğada bulunmaması gereken bir maddenin bulunması ya da bulunması gerekenden fazla bulunması kirlilik olarak kabul edilir. Her türlü kirlilik biyoçeşitliliğe zarar verir. Biyo çeşitlilik bozulduğunda ekosistemin dengesi bozulur sistem çöker.
Günümüzün en değerli kaynağı aslında gendir. Bir türün ve ya bir genin kaybolması ekosistemde hiç tahmin edemeyeceğimiz sonuçlar açığa çıkarır. Hangi türün veya hangi genin bizim için çok önemli olduğunu şu anda bilemeyiz çünkü çoğu türün ekosistemdeki görevini hala bilmemekteyiz.
Çevrenin korunması için sadece çevre kirliliğinin önlenmesi yeterli değil, genetik kirliliğinde önüne geçilmesi gerekir. Örneğin son zamanlarda yediğiniz meyvelerin tohumlarını doğaya atılmasını öneren yazı ve görseller sosyal medyada çok dolaştı. Oysa bu öylesine yanlış ki genetik olarak olmaması gereken yere olmaması gereken türleri götürdüğümüzde o türün doğada var olan akrabalarına, gerek gen kaçarak genetik kirlenmeye gerekse de hastalık geçişlerine neden olabiliriz.
Sonuç olarak 5 haziran çevre gününde hepimize düşen, çevreyi anlayabilmek için daha fazla gayret etmek, hiçbir türe zarar vermemek ve türlerin doğal dengesini değiştirmemektir. 2020 yılının teması olan biyoçeşitlilik konusu, bütün insanların üzerinde hassasiyetle durup biyoçeşitliliğin korunması için elinden gelen gayreti göstermesi gereken bir konudur.
Çünkü dağların, denizlerin, ormanların çöllerin her birinin kendine has bir ekosistemi var. Buralar insanların rant uğruna yağmalayacağı istediği gibi değiştireceği alanlar değildir, biz sistemin sahibi değil bir parçasıyız. Kendimizi sistemin sahibi gördükçe yeni Covid-19 benzeri hatta çok daha zorlu vakalar görmemiz kaçınılmaz olacaktır.