Nerede O Eski Bayramlar ?
Fazlaca yaş almış olan büyüklerimiz tarafından her bayram tekrarlanan bir söz vardır: Nerede o eski bayramlar?
Çocukluğum ve ilk gençliğim 1984 öncesi dönemde yaşandı. Yarı köy yarı kasaba arasında gidip gelen bir yaşam. O zamanlar kasaba yaşamı ile köy yaşamı şimdiki gibi aynı değildi, iki yaşam arasında akla kara kadar fark vardı desek yanlış olmaz.
O yıllarda Milli Bayramlar bir farklı kutlanırdı. Şimdilerde olduğu gibi bayramı televizyon ekranlarından seyretmez, içinde yaşardık. Yani hepimiz bayramların öznesi olurduk.
Okul açıldıktan hemen sonra Cumhuriyet Bayramı, sonrasında matemli bir 10 Kasım (Bayram değil, yas günü), ikinci dönemin ortalarında 23 Nisan ve nihayet dönem sonu yaklaşırken 19 Mayıs.
1970'li yıllarda okulumuzun anayola bakan ön kısmında büyük beton harflerde "DEVRİMLERİN BEKÇİSİYİZ" yazısı vardı. Bizler okula her geliş ve çıkışta bu yazıyı okur kendimizi Atatürk Devrimlerinin bekçisi olarak görürdük. 12 Eylül Darbesinden sonra askeri rejimin "devrim" kelimesine takıntısı olduğundan yapılan ilk icraatlarından birisi de o yazının ortadan kaldırılması olmuştu. Ama bilmedikleri bir şey vardı: Atatürk ve devrimlerine olan sevgimiz, inancımız hiç kimsenin sökemeyeceği bir yere, kalbimize yazılmıştı çoktan.
Aslında tüm Milli Bayramlarımız büyük bir coşku ile kutlanırdı. Ama biraz içinde olunan olan Bahar mevsiminin, biraz da kendi bayramımız olmasının etkisiyle bir başka olurdu 19 Mayıs coşkusu. Okulca kutlanan Milli Bayramların finali yapılırdı sanki.
Heyecan haftalar önce başlardı. Bir yandan Uğur Hocamız coşkulu şiirleri ve konuşma metinlerini hazırlarken diğer yandan Halis Hocamız yapacağımız spor gösterisinin hazırlıklarına başlardı.
Bizi önce giyeceğimiz kıyafetin heyecanı sarardı. Aslında bu merak daha çok kız öğrencilerin giysileriyle ilgili olurdu ve erkek öğrenciler kızlardan daha çok merak ederdi tahmin edileceği üzere. Nasıl bir kıyafet giyileceği belli olunca temin etme telaşı başlardı. Sonra da bedenlerimize uydurabilmek için daraltma, genişletme çalışmaları.
Tüm lise olarak katılırdık gösteriye, boy sırasına göre dizilirdik. Öyle Üniversite sınavı olacakmış, dershaneye gidilecekmiş, özel ders saatiymiş gibi mazeretler olmazdı. Zaten o yıllarda çoğumuz üniversite sınavına gireceğimizin bilincine ancak Lise son sınıfta varırdık. Okulda ne öğrendiysek sınava o bilgilerle girerdi çoğumuz.
Çok az kişi bilirdi Dershaneleri, zaten en yakın dershane önce Antalya'da vardı, epey bir sonra da Alanya'da. Şanslı olan bir kısmımız da ayrı test kitapları getirtirdik Ankara, İstanbul gibi şehirlerden ya da bir önceki yıl öğrencilerinden isterdik kitaplarını.
Anlayacağınız sağlıkla ilgili bir problemimiz yoksa tüm lise olarak katılırdık kutlamalara.19 Mayıs'tan birkaç hafta önce provalar başlardı. Provalar da aynı gösterinin kendisi gibi ciddiye alınır, genellikle eksiksiz yapılırdı.
O zaman diliminde en önemli şey 19 Mayıs kutlamaları olurdu. Ne dersler ne de son sınıfların gireceği Üniversite sınavı önüne geçebilirdi bu 19 Mayısın.
19 Mayıs tarihi yaklaştıkça daha da artardı heyecanımız. Eğer havalar bulutlu gidiyorsa ufaktan bir korku kaplardı yüreklerimizi. Ya yağmur yağarsa?
Gerçi öyle ufak tefek yağmurlar engel olamazdı, gösteri yatığımız Orman İşletme Müdürlüğü'nün hemen bitişiğinde yer alan toprak top sahası iyicene çamur olmadan iptal edilmezdi kutlamalar.
Çok kalabalık bir öğrenci grubu katıldığı için gösteriye diğer etkinlikler gibi okulun bahçesinde veya spor salonunda yapılmazdı 19 Mayıs kutlamaları. Önceleri okulun hemen karşısında bir top sahası vardı, bir süre orada yapıldı. Daha sonra Orman İşletme Müdürlüğü'nün yan tarafına taşındı top sahası Kutlamaların yeri de değişmiş oldu böylelikle. Şimdilerde orası da yok, yerinde bir sürü konut inşa edilmiş.
19 Mayıs sabahı heyecan tavan yapardı. Evden okula doğru yürürken güp güp atardı yüreklerimiz. Sonra okuldan top sahasına doğru yürürken daha da artardı gümbürtüler.
Top sahasına bizden önce ilçe halkı gelmeye başlardı. Kiminin annesi, kiminin kardeşi, kiminin dedesi-ninesi. İlçe halkının büyük bir bölümü orada olurdu; kimi duvarların üstüne oturur, kimi duvarın önünde, kimi de ayakta izlerdi sonuna dek.
Yakınlarını orada görenlerin heyecanı daha da artardı, bir hata yapmadan tamamlanmak istenirdi gösteri. Çünkü orada yapılacak bir yanlış hareket günlerce konuşulur, alay konusu olurdu. Hem öğrenciler arasında, hem de aile arasında.
Bense çok heyecanlı olmanın yanında biraz da buruk olurdum çoğu köy çocuğu gibi. Çünkü ilçede oturanların aileleri izlemeye gelebilirken, bizlerin anne babaları gelemezdi. O zamanlar daha bir yalnız hissederdik kendimizi, ama kimse ile bu hüznü paylaşmazdı, için için yaşardık.
İlk önce, günün önemine ilişkin bir kaç konuşma. Sonra Uğur Hocamız şiirlerini okurdu gür sesiyle. En heyecanlı olduğumuz ve korktuğumuz an gelirdi akabinde. Halis Hocamız ortaya çıkar ve meydan savaşı yöneten bir komutan edasıyla komutlar vermeye başlardı. Biz ise bir asker gibi dik ve hareketsiz olmaya çalışır (ki çoğumuz başaramazdı) başlama komutunu beklerdik.
Sonrası mı? Başlaması ile bitmesi bir olurdu bizim için. Çünkü heyecandan ne zaman başladığımızı, ne hareketler yaptığımızı ve ne zaman bittiğini pek hatırlamazdık. Ama Halis Hocanın sesi ile kendimize tekrar gelir, gösterinin bittiğini ancak o zaman anlardık, ilçe halkının alkışlarını bile duymazdı kulaklarımız.
Üzerimizden büyük bir yükün kalktığını hisseder ve sonsuz bir rahatlama hissederdik top sahasından dışarı çıkmaya başladığımızda.
Sonra herkes birbirine veya izleyen ailelerine sorar nasıl olduklarını, bir hata yapıp yapmadıklarını, kimlerin yanlış hareket yaptığını...
Epeyce gündemde kalırdı yapılan kutlama. Ama şunu da itiraf etmeliyim ki şimdilerde o günleri hatırladığımda daha çok heyecanlanıyorum, yüzüme yerleşen belli belirsiz bir tebessümle.
Ve küçükken bize anlamsız bir söz gibi gelen "Nerede o eski bayramlar" diyen büyüklerimize daha çok hak veriyor, hatta ben de aynısını söylüyorum; Nerede o eski 19 Mayıslar?