Şu anda dünyayı en çok meşgul eden olay SARS-CoV-2 virüsünün sebep olduğu Covid-19 pandemisi. Bu pandemi geleceğimizde de köklü değişiklikler yapacak gibi görünüyor. Pandeminin sona erebilmesi için herkes umudunu aşıya bağlamış durumda. Virüs, aşı, salgın mutasyon olaylarına gelin biraz yakından bakalım.
Canlılık ve yaşamı tanımlayabilmek için önce şu bazı basit bilgileri bilmemiz gerekiyor. Canlıların yaşamlarına ait bütün kodlar DNA’larında şifrelenmiş vaziyettedir. Örneğin yediğimiz ekmekteki nişastayı sindirmek için kullanacağımız enzimin hangi amino asitlerden üretileceği veya kan grubumuzu oluşturacak olan proteinin hangi aminoasitlerin hangi sırayla birleşerek oluşturulacağı bilgisi DNA’mızda kayıtlıdır. Kısaca DNA da yaşamın şifresi vardır. DNA’daki bu şifrenin uygulamaya geçebilmesi için RNA’ya kopyalanıp, bu kopyanın da Ribozomda proteine dönüştürülmesi gerekir.
DNA’dan RNA’ya bilgi aktarılmasıyla ve bu RNA’nın ribozomda kalıp olarak kullanılmasıyla sentezlenen protein de diğer protein ve kimyasallarla etkileşerek işlev kazanır.
Günlük hayatımızdan benzetme yapacak olursak; bilgisayarın hard diskindeki bilgi DNA, bilgisayardan 3D yazıcıya gönderilen bilgi RNA, 3D yazıcıdan aldığımız çıktı da proteindir
Vücudun bütün işleyişini DNA proteinler aracılığıyla kontrol eder. Üretilen proteinler aynı zamanda DNA’nın hasarlı olup olmadığını ya da düzgün çalışıp çalışmadığını da kontrol eder.
Bizim konumuz olan virüsler DNA veya RNA’dan yalnız birini bulundurur. Kendi ribozomları olmadığı için protein sentezleyemezler, deyim yerindeyse başka hücrelerin yazılımın içine sızarak, ihtiyaç duydukları proteinlerini, kontrolünü ele geçirdikleri bu hücrelere sentez ettirirler.
Konumuzun temelini teşkil eden SARS-CoV-2 virüsü RNA virüsüdür. Dış yüzeyinde bulunan S (Spike) proteini bizim özellikle solunum yolumuzda bulunan hücrelerin dış yüzeyinde bulunan ACE2 reseptörlerine bağlanarak hücreye girmekte, hücremizin mekanizmasını kendi kontrolüne alıp, kendi kopyalarını bizim hücremize ürettirmektedir.
Virüsle mücadele etmek için dünyanın her tarafından bilim insanlarının var güçleriyle çalıştıklarına hep birlikte şahit olmaktayız. Bütün bu çalışmalar iki ana aşı tekniği üzerinedir. 1. Klasik aşı tekniği 2. Modern RNA aşı tekniği
Klasik aşı tekniğinde zayıflatılmış veya cansız virüs insana verilerek bağışıklık hücrelerinin virüsü tanıması ona karşı antikor (yabancı proteine karşı vücudun kullandığı protein molekülleri) geliştirmesi, gelecek virüsü hastalık yapmadan bu antikorlarla karşılayıp yok etme esasına dayanır.
Modern RNA aşısı tekniğinde ise; virüsün S (spike) proteinini kodlayan RNA yapay olarak üretilir yağ molekülüyle ile korunur vaziyette (Hücre içerisinde yabancı RNA’ları tanıyıp onları imha eden sistemden korunmak için) hücreye verilir. Hücre de ribozomunda bu RNA’daki kodlu olan Spike proteinini üretir. Yani virüsün mızrak proteini diye tabir edilen hücreye girmek için kullandığı proteinler ürettirilir.
Bu proteinler virüs RNA’sı ile beraber olmadıkları için hastalık yapamazlar ama bizim bağışıklık sistemimiz tarafından tanınıp buna karşı antikor dediğimiz proteinlerden üretilir. Bu antikorlar vücudumuzda bulunduğu sürece gelecek olan virüsü Spike proteininden tanıyıp düşman olduğunu anlayıp yok eder.
Aşı çok hızlı bulundu falan gibi senaryolar yazanlar RNA tedavilerinin kanser tedavisinde kullanıldığını ve bunun aslında 30 yılı aşkın bir süredir çalışıldığını bilmez. İsteyen bu konuda https://t.co/158C02CXKM?amp=1 linkten ayrıntıyı araştırabilir. Pensilvanya üniversitesindeki Katalin Karikó ve Drew Weissman isimli bilim insanları 30 yıldan daha uzun bir süredir bu konuda çalışıyorlardı. Bu iki bilim insanı geçenlerde bu aşıyı kendilerine yaptırdılar.
RNA aşıları ile ilgili hayvan deneyleri 1990 dan beri var. RNA aşıları ilk kanser için geliştirildi ve ilk insan deneyleri 2008’de CureVec isimli Alman şirketi tarafından başlatıldı. Artık dünyanın bilgisi parmaklarımızın ucunda isteyen CureVec, Moderna ve BioNTech şirketlerinin sitelerine bakarak hem kanser hem de bulaşıcı hastalıklar için bu çalışmaların uzun süredir yapıldığını görebilir.
Birkaç kelime de mutasyonlardan bahsetmek istiyorum. Yukarda bahsetmiştik RNA’daki şifre ribozoma götürülüp orada bu şifreye göre protein sentezleniyordu ya, işte o RNA’nın kopyalandığı DNA’da şifrelerde olan herhangi bir değişikliğe mutasyon diyoruz. Tabi
SARS-CoV2 gibi bazı virüslerin DNA’sının olmadığını sadece RNA’sının olduğunu belirtmiştik bunlarında RNA’sındaki şifrede değişiklik olabiliyor o da mutasyondur. SARS-CoV2 başladığından beri binden fazla mutasyon geçirdi. Bunları dünyanın her tarafında gen sekansına bakarak bilim adamları takip etmekte. Sadece son zamanlarda İngiltere’de ortaya çıkan mutasyonun bulaşıcılığı arttırdığı endişesi var. Ancak bu mutasyonların hiçbiri Spike proteinin yapısını değiştirmediği için aşılar çok büyük oranda etkili olmaya devam edecektir.
Burada amacım aşı mükemmeldir masumdur falan demek değil sadece bilimsel bilgiyi paylaşmaya çalıştım. Geçmişteki veba salgınını düşünün bir an, şu anda vebanın öyle bir salgın yapma şansı yok. Bilim ve teknolojinin geldiği noktada veba tedavi edilebilir. Ya da içinde bulunduğumuz bu salgının 50 sene önce olduğunu düşünün milyarlar ölürdü.
Sonuç olarak bilim ve teknolojiden başka çare olmadığını bütün dünya gördü. Tabi ki bilim ve teknolojiyi üreten uluslar, bilimsel düşünme becerilerini geliştirmemiş pozitif bilimlerin değerini anlamamış ulusları deney faresi gibi kullanma potansiyeline de sahip. İçinde bulunduğumuz teknolojik imkanlarda yapay virüsler mümkün mü tabi ki mümkün. Bu yıl Nobel ödülü verilen CRISPR Cas-9 denilen biyoteknolojik yöntem artık dünyada çok şeyi geri dönülemez şekilde değiştirme potansiyeline sahip.
Kendi aşıcılık enstitünü kapatıp başkalarından aşı almayı daha doğru bulan uluslar, aşı olarak ne verilirse onu kullanmaktan başka şansa sahip değiller.
Pozitif bilimlere değer vermeyen, öğrenmek için çaba harcamayan, öğrenene değer vermeyen uluslar da elbet bedelini ödeyeceklerdir. Zira bu salgın ne ilk salgın ne de son salgın olacaktır.