Yokluk Ve Zorluk İçinde...
Kara Çadırın Kara Evladı
Kopuk Hayatlar -1
Hayat başlar sıfır noktasından, doğduğun aileye göre değişir yerin yurdun. Öyle veya böyle yaşanır, kaderdeki neyse çıkar bahta. Elit ve varlıklı bir ailede doğan şanslıdır ve şansı yaver gider, devam ettirir ise en azından mevcut durumu aladır hayat. Diğer taraftan, halk olan, halktan olan zamanla gelişir, geliştirirse durumunu, hiç değilse sınıf atlar, orta sınıfa doğru. Tabi herkeste olmaz olamaz bu, çünkü sistem bunu gerektirir, hele günümüz şartlarında bir yerlere dayamış ve birileri destek çıkıyorsa bu değişim biraz daha hızlı olur.
Bir sınıf atlama, orta sınıfa doğru veya daha üstlere değişim varsa biraz daha durum iyiye gider. Hele toplumsal olarak, topyekûn bir gelişme söz konusu ise tadından yenmez. Ama sistem öyle bir kurulmuştur ki topyekûn olması neredeyse imkansızdır. Gelişen ve gelişmekte olan millet ve devletler ile geri kalmışlarda sadece birileri ve ancak bir kaç kişi bu gelişme, değişimden nasibini alır, alabilir. Öylesi bir yapı vardır ki ortada, belli bir gelişme, ilerleme oldukça toplumdan, halktan kopulur. Kopmak gerekir, olması gereken budur. Artık birileri destek çıkarken, belli şartlar koşulmuş mudur, yoksa başka durumlar mı bilemiyorum.
Bu zenginlik, durum refah düzeyi iyileşme anlamında da aynıdır, diğer taraftan bürokrasi ve devlet olarak bilinen aslında kişilerden oluşan sistem içinde durum aynıdır. Mesela memur olan yada işçi olarak çalışan birilerini düşünün, haftasonları bir kenara, izinler epi-topu 20-30 gün kadar olan iznin ne kadarını normal eskiden olan hayatı halinde yaşarki. Bir kaç günü orada, eskilerle yaşarken, çoğunu normal günlük hayatında veya bir yerlerde tatil yapmakla geçer. E o da hakkı tabi, en nihayetinde ne için kazanıyor, daha iyisi olma, daha iyisini yaşamak için. Hele bir de lojman vs haklardan yararlanıyor, servis aracı, makam aracı, makam şoförü vs derken iyice soyutlanıyor. Bir taraftan da kafa işler, güçler ile meşgulken.
Bu zaman zarfı biraz daha ilerledikçe, bir 15-20 yıl gibi bir süre geçtikten sonra değişen günün şartları ve güne, gündeme göre ne kadar içinde olabiliyor dersiniz. Bence olmadığı kadar uzak, uzaklaşıyor. Aynı şekilde zengin bir iş adamı içinde durum farklı değil. Gün içinde gördüğü gerçek insan diyebileceğimiz kişiler, makam şoförü, şirketin genel müdürü ve varsa yaptığı toplantıda karşılaştığı kişiler. Ki bunlar dahi, normal sıradan vatandaş sayılacak kişilerden çok uzak olmanın yanında saygı, yalakalık gibi durumları da dahil edersek ve normal hayattan ne kadar bahis edecekleri yok denecek kadar azdır.
Bir bürokrat veya başkaca bir siyasi yönetici için durum çok farklı değildir. Hele hele biraz daha üst düzey oldukça milletten, halktan kopuş kaçınılmaz. Kopuk hayatlar yaşanan aslında. Kaç tane genel müdür, mahalle bakkalından alışveriş yapar, bir kahvehanede çay içer, tarlasında çalışan bir amcanın yanına uğrar. Ya da kaç tane siyasetçi, bir parti başkanı veya bir şirket CEO’su bu işi yapmaktadır. Hemen hemen hiç. Ne kadar buralardan yaşayarak gelmiş olsun, ister istemez, işler güçler, günün koşulları ve günümüz sistemi, çarkı alıp uzaklaştırmakta, koparıp atmaktadır. Kaçış kurtuluş yoktur.
Bir rektör gelse tarlada çift sürse, bir genel müdür haftasonu yada yaz tatilinde ekin dererken, hadi öyle çalışmalı işleri bir tarafa koyduk, geçerken kahvede bir bardak çay içse, okeye dördüncü olan bir şirket CEO veya CEFO olsa fena mı olur. Hem de öyle makam araçları ile gelmeden, kapıda güvenlik vs beklemeden. Kopuk olmaz insanlar, birbirinin derdini dinler. Geçtim onları üst, astın işten güçten başka bir şey duymak gibi bir derdi olduğunu hiç zannetmiyorum. Normal sıradan vatandaşı dinleyen kim. Aracı kişiler var diyeceksiniz, oraya kadar bir sürü yardımcı, müdür, personel vs ama onları dinleyen kim, dinlese diyelim, neler anlatılır dersiniz….
Yokluk Ve Zorluk İçinde
Bal tutan parmağını yalarmış derler. Kimileri sütün kaymağını yer, işin en kolay kısmından kazancı kazanlar doldurur. Bizler ise sütün kaynağında, kazanın içinde oluruz ama kazancımız, kazıya kazıya bırakın kepçeyi bir yemek kaşığı hatta bir tatlı kaşığı eder etmez… Uzun zamandır, elden geldiğince, dil döndüğünce ve fırsat buldukça yazıyorum. Denk gelenler, vakit ayırıp okuyanlar, takip edenler bilir. Yazılarım daha çok yokluk, zorluk üzerinedir. Çünkü tarımsal ve hayvansal üretim genelde böyledir.
Ekmeğe giden yolda emek en mühim mihenk taşıdır ama çiftçinin emeğinin karşılığı günlük kendi ve ailesinin karnının doyduğu kadardır. Mecburen günü kurtarmak peşindedir… Dağlarda koştur koştur çalışan, emek harcayan hayvan üreticisi, yörük, çobandan, ekin harman işleri ile uğraşıp, soframıza düşen ekmeğe emek verenlere, bağ bahçe işleri ile uğraşarak leziz, nefis ağzımıza layık ürünleri üretenlere dek, hepsi zorluk içinde. Öyle emekler var ki her bir uğraşta, bırakın yıl 12 ay, geceli gündüzlü katlanmayı, bir haftalığına tatil niyetine gelin bize yardım edin deseler, çoğu insanın dayanamayacağı türden.
Ki yardım ederken inanın size işin ucundan dahi tutturmazlar, siz misafirsiniz diye…. Bu kadar emek yoğun, insanın ömrünü tüketen uğraşlar sonrasında tonlarca ürün elde edersin. Masraflar, borçlar, yiyip içtiklerin, borca keseden harcadıkların diye diye oturur bir hesap edersin. Çık çıkabilirsen işin içinden. Çünkü başkalarınınkinin aksine ürettiğin ürünün hiçbir ederi, değeri yoktur. Seni bir kaşık suda boğmak isteyen alıcılar, akbabalar gibi üşüşür başına. Ta sezon başından üretim sonuna kadar borçlanmışsındır, sistem öyle bir kurulmuş, çorap bir güzel örülmüştür ki razı olmalısın, olmak zorundasın denilene. Olmasan ne yazar, alternatifin var mı? Burada bunlara olmazsa, şuraya götürür şunlara istediğime satarım diyebilecek ne halin vardır, ne imkanın, ne de mümkünü.
Sen razı olmalısın, olmak zorundasın üretici olarak. Zaten aklında ermez böylesi karmaşık işlere… velhasıl sona geçersin, bir hesap bir kitap, elin hamur karnın aç. Borca kalmadıysan ne mutlu. Umut, seneye daha iyi olacak, neden olmasın… Hep mi böyle diye aklınıza gelebilir, özellikle direk işin içinde olmayanlar ya da üretim peşinde değil de aracı olanlar, daha büyük şirket sahipleri, elit kesim…
Üretici olmayan ya da çarkı, sistemi güzelce kurmuş, tıkır tıkır işletenler de vardır. Üreticiden öldüm pahasına alıp, tüketiciye gelene kadar çok olan masrafları daha da çoğaltıp, fazla fazla kazanabilenler. Veya üretici olup, daha büyük üretimler yapabilen, sistemi güzelce oturtmuş şirket vari üreticiler. İyi kazanıyor, hem de çok iyi. Tarımsal bir ürünü düşünün, verimli bir ovadasınız, iklim çok uygun. Ve siz yılda bir değil 2 veya 3 sezon ürün alabiliyorsunuz. Bir veriyorsunuz, 8-10 katı ürün elde ediyorsunuz. Her şey düzgün, düzenli, sistemli, adil olsa kazanmamak ne mümkün. İllaki kazanırsınız, bir zarar sakat, afet vs olmadığı sürece. Ama gel gelelim ortam ve gerçekler bambaşka. Eller kazan kazan götürürken, bizler ağzımıza sürülen az bir tada, biraz kokuya razıyız. Maalesef düzen böyle, acımasız sistem bu.
Çözümü basit aslında, en azından bir iki açıdan. Yasal düzenlemeler, öyle yasalar olmalı ki hem üreticiyi korumalı hem tüketiciyi gözetmeli. Aradaki çok kazananlar, kafanızı yormayın onlar işini bir şekilde halleder, olan yine gariban üretici ile tüketim toplumu olarak hepimize olur. İkincisi üretici birlikleri, vakıflar, dernekler yani STK’larda. Ama öyle birilerinin güdümünde olmayan, ideoloji ve kişilerin menfaati peşinde koşmayan gerçek bir STK. Üyelerini gözeten, şahsi ceplerden çok onların kesesine çalışacak gerçek üretici birliklerinde sır.
Üreticilerden oluşan, elini taşın altına koyabilecek yürekli insanlara çok ihtiyaç var. Yok mu öylesi insanlar, illaki vardır ama mevcut sistemde, çarkın dişlisi arasında ezilmektense, kendi ekmeğinin peşinde koşmaya gayret eden nice yürekli, gerçek insan dolu ortalık. Ama fitili ateşleyenler yok maalesef, tabi şimdilik… Sonumuz hayrolsun, bu günlerimize hamdolsun ve ALLAH’ım bundan aşağı etmesin. Duayla, doğayla ve kalın sağlıcakla…
Kalkınma Anahtarı
Atatürk’ün çok sevdiği ve askeri okullarda zorunlu tuttuğu, Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabı, Finlandiya’nın kalkınması ile ilgili bir kitap. Ve ülkenin gelişmesinin temeli eğitimde diyordu. Bir de güzel bir sistemden bahsetmişlerdi.
Eğitim sistemine entegre kırsal kalkınma çalışması olarak. Olay basitçe;
Köy okullarında her öğrenci günlük getirebildiği kadar yumurta getiriyor, her yumurtaya, öğrenci, okul, Bl.vs ile tarih belirten bir numara veriliyor. Öğretmen yumurtaları topluyor, okulda biriken yumurtaları bölgenin sorumlu aracı gelip alıyor. Oradan şehirlere, markete veya satılacağı yerlere gönderiliyor.
Aslında mandıralara toplanan sütler gibi bir nebze. Üreticiden alınan ürün kamyonlarla, mandıraya getirilir ve orada işlenerek satılacak yerlere dağıtılır. Ama burada mandıra ve sonrasında bildiğimiz markalar işin içine girer ve çok kazanan yine onlar olur. Üretici kazanamaz, tüketici pahalıya ürün alır.
Köy enstitüleri vs iyi atılımlardı ama önü kesildi, işlemedi. Günümüzde Kooperatif veya üretici birlikleri aslında bu işin anahtarı. Üretici ve üyesini koruyan sistemler. Ama genel olarak onlarda sıkıntılı. Sadece yumurta değil, yerinde yerelde üretilen her bir ürün böylece direk üreticiden tüketiciye çok fazla aracı işin içine girmeden ulaştırılsa güzel olur BENce. Böylesi uygulamalar mevzuat ve üst yönetimlerce desteklenerek geliştirilirse, hem kırsal kalkınır, hem de tüketiciye yeri yurdu belli ürünler gelir.
Kaynak: cadirdansehre
Resim: trtavaz