Neden Gazipaşa Hepimizin?
Osman UYSAL
Bizim kuşak Gazipaşa Ortaokulu ve Gazipaşa Lisesinde 1970-1990 yılları arasında eğitim görmüştür.
Tarihlerden de anlaşılacağı üzere Köy Enstitüleri veya devamı olan Öğretmen Okullarında eğitim almak için geç kalmış bir kuşağız. Hayatım bir film şeridi gibi gözümde canlandığına "keşke ben de o okullarda eğitim alabilseydim" diye çok iç geçirmişliğim olmuştur.
Ancak öyle bir ilkokul, ortaokul ve lisede eğitim aldım ki hissettiğim bu eksiklik büyük ölçüde telafi edilmiş oldu.
Köy Enstitülerinde eğitim alamasam da oralarda kazandırılan kültürü öğrenme ve özümseme fırsatını elde ettim. Dolayısıyla bazen içimden geçirdiğin "keşkeler" hiç bir zaman çok şiddetli bir hale dönüşmedi.
Çünkü bir köy çocuğu olmanın yanında bize eğitim veren öğretmenlerimizin önemli bir bölümü Köy Enstitüsü veya ardılı okullardan mezun olmuşlardı. Gerek ders anlatım biçimleri, gerek bizlere davranışları, gerekse de genel sosyal tavırları hep o kültürü yansıtmaktaydı.
Bu nedenle de bizlere derslerde kattıklarının çok daha fazlasını okul dışındaki örnek kişilikleri ile katmışlardır. Çoğu, öğretmenimiz olmanın yanında birer toplum önderi gibiydiler. Bugün geriye dönüp o günlere baktığımda "ne muhteşem öğretmenlerimiz varmış" demekten kendimi alamıyorum.
Bizlere sadece bilgi öğretmenim ötesinde yaşadığımız yeri sevmeyi, doğayı korumayı, vicdanı, adaleti ve daha bugün eksikliği duyulan nice değeri de tanıtmışlar; dahası o değerleri sözlükte birer sözcük olmaktan öte ete kemiğe büründürüp hayatımızın içine katmamızı sağlamışlardır.
Liseden sonra kimimiz değişik yüksek öğretim kurumlarında eğitim hayatımıza devam ettik, kimimiz ise eğitim hayatımızı bitirerek kısa yoldan hayata atıldık. Sınıfta anlatılan dersleri bir kısmımız daha fazla, bir kısmımız çok daha az anladık. Ancak hayata ilişkin aldığımız değerler hepimizde aynı ölçüde etkili ve kalıcı olmuştur.
Örneğin her yıl mevsimin İlkbahar'dan yaza dönmeye başladığı dönemde ortaokul ve lisede eğitim gören tüm öğrenciler bir gün boyunca İskele sahiline götürülür ve büyük bir imece ile halkın denize girdiği sahilleri çerden çöpten temizlerdik. Bu bizin için çök önemli bir ritüel gibiydi.
O yıllarda İskele sahili şimdiki gibi ilçe merkezi ile bütünleşik değildi. Biraz da bunun etkisiyle olsa gerek insan kaynaklı atıklar fazla olmazdı sahilimizde. Olanlar da
Gazipaşa sahillerini kullananlar tarafından bırakılan çöpler değil, Hacımusa Çayı ile iç bölgelerden taşınan veya dalgalarla sahile sürüklenen atıklardan ibaret olurdu.
Sahili temizleme işinden kaytaranlar olmaz mıydı? Tabi ki bu işten kaytaran üç beş öğrenci olurdu elbet. Ancak çok daha fazlamız daha çok çöp toplamak için birbirimizle yarışırdık.
Öğle vaktinde beraberimizde bulunan azıklarımızı arkadaşlıklara göre gruplar halinde açar, küçük bir piknik de yapmış olurduk. Sonra o hengame içinde gün biter, istemeyerek de olsa geri dönerdik.
Bütün ortaokul ve lise yıllarımda sahil temizleme günlerini dört gözle beklemişimdir ve her defasında yapılan imeceden büyük bir keyif almışımdır. Biz sahili temizlemesek o yaz denize girilemeyecekmiş gibi hissederdik.
Şimdilerde ne zaman İskele sahiline yolum düşse o günler aklıma gelir; yüzüme yaşlar düşmese bile gözlerimde mutlaka bir buğulanma hissederim.
Yine o zamanlar Cebeli Tepesi yerleşim yerlerinin içinde değildi. Yol belli bir yere kadar gider, sonrasında yürüyerek tepeye çıkmamız gerekirdi. Bir gün öğretmenlerimiz Cebeli Tepesine gidileceği ve ağaçlandırma yapılacağını söyledi. Çoğumuz bu haberi alınca çok sevindik. Çünkü o yaştaki öğrenciler için bir okul gününü okul dışında geçirmek her zaman ve her koşulda cazip olmuştur.
Bir Mart günü Cebeli Tepesine çıktık. Tepenin pek çok yerine onlarca çam fidanı diktik. Diktiğimiz fidanlara adımızı içeren kağıtlar bağladık. Böylece gelecek yıllarda geldiğimizde diktiğimiz fidanları bulabileceğimiz ummuştuk.
Üniversite öğrencilik yıllarımda her yaz tatilinde mutlaka Cebeli Tepesine çıkar, diktiğimiz çam fidanlarının ne kadar büyüdüğüne bakardım.
Bağladığımız yazılar kaybolmuş olsa da tepenin yapısı aynı kaldığından diktiğimiz fidanları hala tespit edebiliyorduk. Ancak bir gerçek vardı ki her gittiğimizde fidanlar biraz büyümüş olsa da sayılarının da azalmış olduğunu görüyorduk.
Zamanla tepeye çıkmaya devam ettik. Ne var ki tepe öylesine değişti ki diktiğimiz ağaçların yerini bulamaz olduk. Aynı şekilde ağaçların çoğu beton dökmek veya yol yapmak için söküldüğünden sayıları da çok azalmıştı.
Ancak bugün bile tepede diktiğimiz fidanlardan bir kısmı büyük birer ağaç olarak yaşamaya devam ediyor. Ben de her tepeye çıktığımda "Bu ağaçları biz diktik" diye içten içe gururlanmaya, eğer yanımda bir misafirim varsa fidan dikme günlerini böbürlenerek anlatmaya devam ediyorum.
Bunları sizlere niye anlattığımı merak ediyor olabilirsiniz. Geçenlerde sahilde yapılmak istenen plana itiraz edenlerin oluşturduğu Gazipaşa Hepimizin Platformu üyelerini biraz inceledim. Gazipaşa'nın doğasına, insanına, kültürüne sahip çıkanların genel olarak o yıllarda Gazipaşa Ortaokulu ve
Gazipaşa Lisesinde eğitim gören kişiler olduğunu fark ettim.
Bu tespite ilk başta şaşırmadım desem yalan olur. Ama biraz düşününce bunun doğal bir durum olduğunu anladım.
Yıllarca imece yaparak sahilini temizleyen, Cebeli Tepesine büyük bir hevesle onlarca fidan diken, bu fidanları görmek için yıllarca tepeyi ziyaret eden ve daha nice benzeri etkinliği o genç yaşlarda gerçekleştiren
bizden Gazipaşa'mızın doğasına, Gazipaşa'mızın insanına, toprağına, taşına, kaplumbağalarına, balığına, zambağına sahip çıkmaktan başka ne beklenebilir ki?
Kişiliğimizi oluşturan hamur, daha sertleşip taşa dönüşmeden önce o muhteşem öğretmenlerimizin de katkılarıyla insan sevgisi, doğa sevgisi, Gazipaşa sevgisi ile yoğrulmuş.
Evet, benim gibi bazılarımız sonradan ekmek kavgası için Gazipaşa dışında yaşamak zorunda kalmış olabiliriz. Ama hamurumuz Gazipaşa aşkıyla öylesine yoğrulmuş ki Gazipaşa'yı hep yüreğimizde taşıdık, ya da yüreğimizin bir yarısı hep Gazipaşa'da kaldı.
Nihayetinde Gazipaşa'mızı yok olmanın eşiğine getiren bir plandan haberimiz olur olmaz birbirimizden habersiz olarak kendi yüreklerimizde yanan çoban ateşlerini birleştirip Gazipaşa'mızın geleceğini korumak istedik.
Şimdi merak ediyorum:
Gazipaşa'nın taşına, toprağına, denizine, yaylasına, balığına, kuşuna kazanç hesabı ile bakmayan, Gazipaşa'yı sadece doyduğu yer olarak görmeyip memleket olarak da belleyen hangi vicdan böyle bir topluluğu eleştirebilir?
Biz Platformumuza "GAZİPAŞA HEPİMİZİN" adını koyarken sadece Gazipaşa'da yaşayan veya Gazipaşalı insanları kastettiğimizi düşünenler büyük bir hata içindeler. Kekliğinden kaplumbağasına, kum zambağından ada çayına, defnesinden pinarına, Akdeniz Fokundan keçisine, narından avakadosuna kadar Gazipaşa'da yetişen/yaşayan bütün hayvan ve bitkiler ile bir bütün olarak düşündük.
Eğer taşımızı, toprağımızı, denizimizi, yaylamızı bu canlılar ve bitkiler yerine Gazipaşa üzerinden kısa sürede para kazanmak isteyenler ile paylaşırsak, büyük para kazananlar bir süre sonra başka bir bakir sahil bulup, tası tarağı toplayıp giderler. Biz ise yok olmuş doğamız, bozulmuş toplumsal yapımız ve betona teslim olmuş toprağımız ile baş başa kalırız.
Çünkü onlar bozacak bir başka " Gazipaşa" bulurlar, ama biz yaşayacak başka bir "Gazipaşa" bulamayız.
Evet sevgili dostlar, bugün hepimizin içinde yanan küçücük çoban ateşlerinin birleşerek karanlığı aydınlatmaya başladığını, bu ateşin Gazipaşa Sevdalılarının yüreklerini ısıttığı gibi kısa vadeli kazanç peşinde koşanları da büyük bir endişeye sevk ettiğini görüyoruz.
Şimdi yapmamız gereken tek bir şey var. Bu ateşi sürekli harlamak; büyümesini ve Gazipaşa göğünü kaplayan karanlığı tamamen aydınlatmasını sağlamak.
İşimiz kolay değil, hatta geç kaldığımız da bir gerçek. Ama birleşirsek ve gerekli çabayı gösterirsek başaracağız. İçinde Gazipaşa'mız olan kervanı her türlü zorluğa rağmen aydınlık yarınlara taşıyacağız.
GAZİPAŞA HEPİMİZİN kaldıkça sadece biz Gazipaşa Sevdalıları değil, bu muhteşem doğayı birlikte paylaştığımız bütün canlılar da mutlu olacak.