Batının Hizmetkarı Türkiye’den, Yeni Bir Cihan Devletine…
Sedat Çetinkaya
Büyük devlet ve dava insanı ve emsali az bulunur bir stratejist olan Abdülhamit Han’ın ; içimizdeki işbirlikçilerin, hainlerin ve dönemin küresel güçlerinin işbirliği ile gerçekleşen alçak bir çapulcu hareketi ve darbeyle tahtan indirilmesinden sonra, Devlet-i Aliyye’nin kurtlar sofrasında parçalandığı acı dolu yılları yaşayan bir millettik…
Her biri değişik bir sırtlan vasfına bürünmüş düşmanlarımıza karşı, son bir mücadele gayretiyle vatanımızı kurtarırken, aslında yıllarca hatta yüzyıllarca savaştığımız düşmanlarımızın hizmetkarı haline getirildiğimizi ne yazık ki ancak başımızı kaldırıp etrafa bakacak duruma geldikten sonra fark edebildik. Bu dönemde gerçekleştirilen hiçbir değişimin, egemenliğin kayıtsız şartsız atfedildiği millete sorulmamış olduğunu, baskının ve haksızlığın tüm ülkeyi sardığını ve ülkeyi milletin temsilcilerinin yönetmemiş olduğunu söyleyebilmek de mümkündür.
Bu arada ne kadar düşmanımız varsa hepsi dostumuz ve müttefikimiz haline gelmiş ve onlara benzemek için yaptığımız faaliyetler neticesinde, aşağılık kompleksine batmış bir şekilde onların emir eri ve hizmetkarı konumuna gelmeyi de bir şekilde başarmıştık. Sanki 57. Alay ve yüzbinlerce şehidimiz, bu düşmanları Çanakkale’den geçirmemek için değil, bunlarla müttefik haline gelebilmemiz için ve onlara benzeyecek bir hale bürünebilmemiz için kendisini feda etmiş, Kurtuluş Savaşı’nı da Yunanlılarla dost olabilmek için yapmıştık.
Sanki dedelerimiz, yahudinin şapkasını takmak için ölüm sırasına girmiş ; ninelerimiz, annelerimiz ve bacılarımız da tarifsiz fedakarlıklara, başörtülerine Fransa’nın düzmece laikliği gelerek kendilerine gerici yaftası takılsın diye katlanmıştı. Asli şekliyle yüzyıllardır okunan ezanımız, tıpkı günümüzdeki örneklerinde olduğu gibi bunlara batmış, Kuran öğreten ve okuyanlar ise bunların yedi sülalesini katletmiş gibi bir muameleyle karşılaşmıştı…
Bir milletin, milyonlarca evladının kanına giren düşmanlarıyla çabucak nasıl da dost ve müttefik olunması sağlanmış, nasıl büyük bir oyun göz göre göre oynanmış ve bu durum bir de süslü sözler ve ideolojik söylemlerle nasıl da gizlenmişti… Yapılan her şey, Müslüman bir milletten, ateist veya en azından dinle nüfus kağıdı dışında irtibatı bulunmayan bir millet çıkarabilmek için yapılmış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetiminden ekonomisine, Müslüman- Türk milleti ile aynı kökten beslenmeyen bir zihniyet, ülkeye hakim kılınmıştı.
Bu süreçte elde edilen kısmi başarı ise, uluslararası siyasete ilişkin hiçbir politikada ülkesinin yöneticileriyle asgari müşterekte bile buluşamayan, vatandaşı olduğu devletini kötüleyen ; kendi ülkesinin yöneticilerini iktidardan düşürmek için teröre destek vermek, İslam düşmanlığı yapmak, yabancı devletlerle işbirliğine girişmek, ajanlık yapmak ve vatana ihanet etmek bir tarafa ruhunu satmaya bile hazır bir kitlenin varlığı ile kendisini açıkça göstermektedir.
Ülkemiz yöneticileri, Yunanistan’la mücadele ederken Yunan, Fransa ile çekişirken Fransız, Ermenistan ile mücadele ederken Ermeni, dönmelerle mücadele etse doğuştan dönme olabilen ; öğretilmiş gerçekliğin , boş sloganların ve marşların arkasına sığınarak düşündüğünü zanneden, ahlaki çöküntüye ve batı kaynaklı yaşam erozyonuna uğramış, idealsiz, milli kimliğini kaybetmiş, inançsız bireyler aramızda gezmekte ve oluşturdukları kirli , temelsiz ve yalan dolu gündemle de gençliğimizi kirletme cihetindeki faaliyetlerine fütursuzca devam etmektedirler.
Elbette bu hususta ülkemizde faaliyet gösteren küresel güçlerin ve istihbarat teşkilatlarının fonlama faaliyetlerinin rolünü de göz ardı etmemek gerekmektedir.
Ancak içimizdeki işbirlikçiler ne kadar kıvranırsa kıvransın, artık yeni, büyük, her türlü baskıya ve engele rağmen küresel güç olma yolunda hızla ilerleyen ve Müslüman- Türk milletinin yönetiminde şekillenen, tam bağımsız bir devlete ulaşmış bulunuyoruz. İçimizdeki sancı ; geçmişin işbirlikçi zihniyetinin ve kurumlarının tasfiyesi nedeniyle oluşan ve iktidarı yeniden ele geçirme amacına matuf kontrolsüz ve kuralsız faaliyetlerden ve can çekişmeden kaynaklanan böğürtülerden başka bir şey de değildir.
Tıpkı yakında tam olarak kurtarılacak Karabağ’ın ve Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarının durumunda olduğu gibi Türkiye’nin bulunduğu her yer, Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir cihan devleti olarak şekillenmesine hizmet eden algı merkezleri olacaktır.
Rusya’ya ve dünyanın diğer güçlerinin varlığına rağmen, “Her şekilde Azerbaycan’ın yanındayım, boyunun ölçüsünü almak isteyen buyursun gelsin” diyerek göz dağı veren Türkiye’nin bu tarihi iradesi , işgal altındaki Azerbaycan topraklarının kurtulmasını sağlayan en önemli faktör olmuştur.
Bu güç, içimizdeki hainler tarafından görülmese ve Ermenistan’a dostluk ve barış mesajları gönderiliyor olsa da dünyanın geri kalanı tarafından tüm gerçekliğiyle görülmekte ve içtenlikle alkışlanmaktadır. Artık ; sıkışan, zorda kalan, yardım isteyen, destek bekleyen, yeni bir düzen ve dünya umuduyla yaşayan tüm ülkeler ve bireyler, yönünü Türkiye’ye çevirecektir.
Böylece Türkiye, zorla sokulduğu batının hizmetkarı rolünden, Müslüman- Türk milleti tarafından kontrol edilen bir cihan devletine dönüşme yolunda çok daha güçlü bir şekilde ilerleyecektir.
Fransız siyasetçi Marine Le Pen’in “İslamiyeti topraklarımızdan silip atın” diye seslendiği ve çokça da destek bulduğu bir ortamda, içimizdeki hainleri tespit etmek ve dünya siyasetinin yönünün okumak için artık turnusol kağıdına da ihtiyaç kalmamıştır. Milli irade, tam bağımsızlık, Misak- Milli- Büyük Türkiye ve benzeri içerikteki tüm kavramları arayanların adresi, tartışmasız biçimde Cumhur İttifakı olarak ortaya çıkmıştır.
Görmek isteyenler için her şey çok açıktır. Geçmişe bakıp analiz eden, geleceği de görecektir…
İçinde bulunduğumuz dönem, açık ve gizli savaşın birlikte yaşandığı bir dönemidir. Artık hizmete değil, bulunulan safa önem verme ve stratejiye değer verme dönemi mutlak anlamda gelmiştir.
Mücadele etme iradesinden yoksun olanlar ve yanlış safta yer tutanlar, gerçek kaybedenler olacaktır…