Gelişmiş Silah Üretme Kapasitesi, Türkiye’nin Küresel Bir Güç Olarak Varlık Kazanmasının Altın Anahtarıdır…
Av. Sedat Çetinkaya
Küresel güçlerin ve dünya siyasetini kontrol eden para baronlarının bulunduğu bir ortamda, BAĞIMSIZ SİYASET TAKİP ETMEK İSTEYEN ve kendisini küresel bir güç olarak tanımlamak isteyen bir ülkenin, kendisine ait gelişmiş bir silah sanayisine sahip olması zorunluluğu bulunmaktadır...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşunu müteakip bünyesine yerleşen güçlerin etkisi ve engellemesiyle ve üyesi olduğu NATO yapılanması çerçevesinde İÇİNE DÜŞÜRÜLDÜĞÜ TESLİMİYET nedeniyle, sahip olma yolunda adımlar attığı SİLAH SANAYİSİNİ TASFİYE ETMEK durumunda kalmış ve ABD’nin SİLAH ÇÖPLÜĞÜ haline gelmiş bir ülke konumunda bulunmaktaydı...
Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında kurduğumuz bazı savunma sanayi şirketleri de parlamenter sistemin ortaya çıkardığı çok parçalı yapı nedeniyle siyasi istikrarın bulunmaması, sınırlı ekonomik kaynakların terörle mücadele kapsamında kullanılması ve en önemlisi ülkeyi yönetin siyasetçilerin, ABD hegemonyasına karşı duracak bir anlayışa, dirayete ve yeterliliğe sahip olmaması nedeniyle çok kısıtlı alanlarda faaliyet göstermekten öteye geçememiştir.
AK Parti hükumetlerinin iktidara gelmesini müteakip, silah üretimi konusunda ciddi bir destek ve faaliyet sahası oluşmaya başlamış ve ülkemiz için konvansiyonel savaş sistemlerini ZİRVE NOKTASINDAN yakalama imkanı doğmuştur. Bu bağlamda ülkemizin savunma sanayisinin ortaya çıkışını ve gelişimini, AK PARTİ ÖNCESİNE BAĞLAYANLARIN, ulaştığımız kapasitenin sahibi olan AK PARTİ'Yİ FİGÜRAN ROLÜNE KOYMAK İSTEYENLER ya da onlara yalakalık yapanlar olduğunu da dikkatlerinize sunmak isterim. Şayet Ak Parti hükumetleri ve Sayın Erdoğan’ın geleceği görerek yol açan siyaseti olmasaydı, halen milli piyade tüfeğini dahi üretememiş bir konumda olacağımızı söyleyebilmek mümkündür...
Günümüz itibariyle ihtiyacımız olan her türlü silah ve platformu %100 yerli ve milli olarak üretme kabiliyetine kavuşmuş olduğumuzu da ifade etmek isterim. Silah sanayimiz için ifade edilen % 70 – 80 gibi yerlilik oranları, envanterimizde bulunan yabancı kaynaklı uçak- gemi- tank gibi aslında muadillerini üretme kapasitesine ulaştığımız silah ve platformların varlığından kaynaklanmaktadır. Şuan üretemiyor gözüktüğümüz şeyler, üretme imkanına sahip olduğumuz ancak üretiminin gerçekleşmesi için teknik nedenlerle sadece zamana ihtiyaç olduğumuz hususlardır.
Örneğin Altay Tankı’nı üretmek için sadece ama sadece güç grubuna ihtiyacımız bulunmaktadır. Bu güç grubunun gerekli kalifikasyon sürecini tamamlaması, seri olarak üretilmesi, gerekli testleri müteakip ilgili birimlerce teslim alınması ve tank üretim sürecine dahil edilmesi, ÜRETEMEME SORUNUNU DEĞİL sadece ama sadece bir ZAMAN MESELESİNİ işaret etmektedir.
Henüz kendisi için ve çok sınırlı da olsa dost ve müttefikleri için üretim yapma kapasitesine ulaşmış olan ülkemizin önünde çok büyük bir SİYASET ALANI ve SİLAH PAZARI bulunmaktadır. MERMİDEN İNSANSIZ SAVAŞ UÇAĞINA KADAR DONATACAĞIMIZ ONLARCA DOST VE MÜTTEFİK ORDU MEVCUTTUR. Ülkemizin böyle bir güce ulaşması durumunda ulaşacağı siyasi gücü tanımlamak bile müthiş bir gelecek tasavvurunu içermektedir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ; çok özel coğrafi konumunu, ekonomik kapasitesinin sunduğu avantajları, büyük devletlerin bakiyesi üzerinden yükselme imkanını ve çok yönlü ilişkilerini kullanarak büyük bir devlet olma imkanına sahip olsa da EN AZ BUNLARIN TAMAMI KADAR ÖNEMLİ OLAN SİLAH ENDÜSTRİSİ İLE küresel bir güç olma imkanını da elinde bulundurmaktadır.
Yatırım yapan ve çalışan her ülke silah üretebilir ancak bu silahları her üreten satamayacağı gibi SİLAH ÜZERİNDEN SİYASİ STRATEJİ GELİŞTİRME ve JEOPOLİTİK DENGE KURMA imkanına her ülkenin sahip olması da imkansızdır. İşte Türkiye, bu nadir ülkelerden birisidir. Ürettiği silahları ; Rusya’nın, Çin’in, Almanya’nın bile satamayacağı kadar çok ülkeye satabileceği gibi bu satışları üzerinden büyük jeopolitik planları gündeme taşıyabilecek özel bir kapasitesi de bulunmaktadır. Türkiye’nin S 400 örneğinde olduğu gibi bir silahı satın alması bile küresel dengeleri etkileyecek düzeyde önem taşımaktadır.
Yerli işbirlikçileri vasıtasıyla ülkemizin yönetimini ele geçirmeye çalışan batılı küresel güç merkezlerinin, bu amaçlarına ulaşması durumunda yok etmeye çalışacakları ilk milli varlıklarımızdan birinin, savunma sanayimiz olacağı da kimsenin hatırından çıkmamalıdır.
Herkes görmeli ve bilmelidir ki geçmiş yüzyılın ordumuzda oluşturduğu eksikleri gidermiş olduğumuz gibi günümüzün öncüleri arasına da girmiş bulunmaktayız. Ulaştığımız silah endüstrisine ilişkin kapasitenin, ülkemize sağlayacağı gücü önümüzdeki 10 yıl içinde herkes görecek ve hayretler içinde kalacaktır. DÜNYA MEDYASI , ülkemizdeki savunma sanayi haberlerini işleyen ve ulaştığımız kapasitenin istemeyerek de olsa reklamını yapan yayınlarla dolacaktır. Halen çok az kişi fark ediyor ve biliyor olsa da Türkiye Cumhuriyeti Devleti, GELECEĞİN SİLAH VE MALZEMELERİNİ üretme yolunda hızla ve gizlice ilerlemektedir.
ÖNÜMÜZÜ KESEBİLMELERİ İÇİN İKİ İHTİMALLERİ BULUNMAKTADIR. Bunlardan birincisini 2023 seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın başkan adayı olacak Sayın Erdoğan’ın seçimleri kazanmasını engellemek , bunun olmaması durumunda şekillenecek ikinci ihtimali ise Türkiye’yi bir savaşın ya da iç savaşın içine sokarak, silah üretim kapasitesinin daha da gelişmeden ortadan kaldırılmasını sağlamaK oluşturmaktadır. Ancak büyük uğraşlar verecek olsalar da her ikisinde de başaralı olamayacaklarını şimdiden belirtmek isterim.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, önce TÜRK DEVLETLER BİRLİĞİ'Nİ OLUŞTURMAK ve daha sonra bu yapı üzerinden, Türk- İslam coğrafyasına ve ezilen halklara liderlik etmek şeklinde tanımlanabilecek hedefine ulaşma yolunda hızla ilerleyecektir. Bu yolda olumsuz olarak tanımlanabilecek gelişmeler ortaya çıkacak olsa da bunların beklenmeyecek şekilde olumlu sonuçlar doğurduğunu da herkes görecektir. İLAHİ İRADENİN HÜKMÜ bu doğrultuda olduğundan, tezahürü de hem Türkiye’nin hem de İslam dünyasının lehine bir şekilde gerçekleşecektir...
Bu bağlamda belirtmek isterim ki batının içimizdeki şakşakçılarının ve Allah inancından nasibini almamış faşist yobazların, ağızlarından salyarak akıtarak kudurmuşçasına saldırmaları da bu gerçeği değiştirmeyecektir.
BU DÜNYADAKİ HİÇBİR GÜÇ, yapılacak seçimlerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetimini elimizden alamayacağı gibi Müslüman Türk Milleti’nin dev bir ordu olarak yükselmesini ve cihan hakimiyeti mefkuresiyle ilerleyerek dünya üzerinde şekillenmiş en büyük güce dönüşmesini de engelleyemeyecektir...
ŞİMDİ HERKES KENDİSİNE ; ben, bir dev gibi ayağa kalkan ve yükselmekte olan bu ordunun bir ferdi miyim ? yoksa batının kuklası, aşağılık bir zihniyetin yardakçısı mıyım ? diye sormalı ve tiyniyetince hareket etmelidir...