Teknoloji..?
Zeyyat ŞAHİN
İnsan eşref-i mahlukattır; yani yaratılmışların en şereflisi. Milyonlarca yıllık insanlık maceramızın özü ve özetidir bu. Daha doğrusu yakın zamana kadar böyleydi. Böyle olduğu için de insan, vasfına uygun davranırdı; şerefli olmanın sorumluluğuyla yaşardı hayatı.
Oysa günümüz insanı, kendisine sunulan bu muazzam sıfatı terk ediyor. Kendisine uygun bir dünya tanzim edebilen insan, kendisi için başkalarınca tanzim edilen bir hayata razı oluyor. Aslında razı olduğu şey hayatın merkezinden uzaklaşmak, hayatı yönlendirme hakkının elinden alınması.
Gerekçesi de çok basit insanın: TEKNOLOJİ
İnsan, kendi eliyle yarattığı canavarlara bütün kalelerini tek tek teslim ediyor.
Kendi isteğiyle yalnızlığa ve yabancılaşmaya koşuyor dolu dizgin. Küçük bahçelerde dört mevsim kıpkırmızı açan sardunyaları, plastik saksılara hapsedip, yılda bir kerecik olsun çiçek açmasını bekliyor. Yaşamının ne hale geldiğini göremeyen insan, “Ölümler de bir alem oldu” diyerek, trafik kazalarında ölenlerin arkasından ah vah ediyor. Teknolojiye teslim ettiği hayatının sona ermesindeki teknolojinin rolüne şaşıyor.
Bugün teknolojinin simgesi haline gelen bilgisayar, insanı yaşamın merkezinden kovup başköşeye kendisi oturdu. Bilgisayarın neyi bildiğini, neyi saydığını kimse sormuyor.
Oysa bilgisayarın bildiği, insanı eşref-i mahlukat yapan şeyin düşünme yeteneği olduğu. İnsanın yerine bu işi yapan bilgisayar, insanın onu diğer canlılardan ayıran, onu evrenin merkezi yapan özelliğini de elinden alıyor. Böylece diğer canlılarla eşitleniyoruz. Fakat bu varlıkta değil yoklukta eşitlenme. İnsanlık teknoloji sevdasıyla intihar ediyor.
Üstelik buna teşvik ediliyor insan. Koro halinde tekrar ediyoruz şu sözü: “Bilgisayar şart abi”
Bilmiyoruz ki ruhumuzun her köşesini esir alıyor bilgisayar. Evlerde çocuklarımızla, otobüste, trende yol arkadaşımızla sohbet etmek yerine, sanal bir dünyada, sanal insanlarla konuşuyoruz. Böylece hayatın bütün gerçeğini yani sözü kaybediyoruz. Sözü kaybedince, onun insan yaşamını sarıp sarmalayan sıcaklığı da kayboluyor.
Ve Yunus Emre’nin yüzlerce yıl öncesinden bize seslenişini duymuyoruz:
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede”
Hiç dinmeyen savaşların, insanın insana, insanın dünyaya küsmüşlüğünün bilgisayar çağında artması tesadüf olmasa gerek. Sözünü kaybeden insanın payına ancak ve ancak felaket düşer. Belki de küreselleşen tek şey insanın felaketi. Ve faili ortalıkta dolaşıyor:
Foto: Zeyyat ŞAHİN