Türkiye İle Küresel Güçlerin Mücadelesi’nin Sonuçları Ve Geleceğin Mihenk Taşlarındaki Sırlar…
Av. Sedat Çetinkaya
Dünya üzerinde oluşturdukları ve kendilerine güç sağlayan unsurları kullanarak dünyayı yeniden tanımlamak isteyen güçler, insanlığın “yüksek bir bilinç seviyesinden ve ulvi bir hedefe sahip olma düşüncesinden yoksun oluşundan” yararlanarak, büyük güç sahibi haline getirdikleri “ŞEYTANİ GÜÇLER İTTİFAKI” ile insanlığı bir yok oluşa sürükleme dönemini başlatmış bulunmaktadır.
Bu süreçte Amerika Birleşik Devletleri, söz konusu ittifak tarafından bir baskı aracı ve patlamaya hazır bir silah haline getirilecek ve bu silahla, yeni dünya düzenine biat etmeyen devletler, güç kullanılarak hizaya getirilmeye çalışılırken ; karşı koyma yeterliliğine sahip olmayanlar, Şeytani güçlerin Çin üzerinden kurguladığı yeni düzenin kucağına itilecektir.
Şeytani güçlere, paganlara ve siyonistlere biat etmeyen kişilerin ve devletlerin üzerindeki baskılar artarken, kendi düzenini tesis etme yolunda hızla ilerleyen Türkiye’ye yönelik karşıtlık da körüklenecektir. Türkiye ise önümüzdeki süreçte ortaya koyacağı büyük ekonomik gelişimin de etkisi ile siyasi ve askeri gücünü, günümüzde tahmin bile edilemeyecek olan bir seviyeye çıkaracaktır.
Türkiye’nin oluşturacağı askeri güç, bütün düşmanlarını tek başına karşılayabilecek bir yeterliliğe ulaşacak, sahip olacağı siyasi güç ise dünyanın tamamı açısından büyük ve inkar edilemez bir etkiye ve derinliğe sahip olacaktır.
Türkiye’nin karşı konulamaz şekilde gelişecek bu gücü karşısında, doğal olarak ve stratejik düzeyde pasifize olacak olan Rusya’nın zorunlu olarak geri çekilmesinden sağlanacak pozitif etki neticesinde ; tüm Türkistan coğrafyası büyük bir hızla yakınlaşacak, Türkçe’nin ortak kullanım seviyesi yükselecek, Türk devletlerinin organizasyon kabiliyeti artacak, büyük askeri ve siyasi ittifaklar oluşacaktır.
En önemlisi de Türk Devletleri’nin halkları, Kazak- Kırgız- Oğuz- Başkurt- Türkmen- Özbek-Tatar değil TÜRK OLDUKLARININ ; Kazakça- Kırgızca- Özbekçe- Azerice- Türkmence- Tatarca- Başkurtça değil farklı lehçelerde de olsa TÜRKÇE konuştuklarının farkına varacaklar, üzerlerindeki asimilasyon politikalarının negatif etkilerinden kurtularak TÜRK TARİH BİLİNCİNE ulaşacaklardır.
Bu arada TÜRKİYE ; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasının sağlanması, Kuzey Irak- Musul- Kerkük ve Kuzey Suriye’nin hakimiyet altına alınması, Mavi Vatan’ın teşekkülü noktasında Yunanistan’ın etkisizleştirilmesi, Afrika kıtasıyla ve Karadeniz kıyısı ülkelerle yakın ilişkiler tesis edilmesi, Balkan coğrafyasında hakimiyet tesisi gibi hususlarla aktif tavrını yükselterek devam ettireceği gibi kendisiyle irtibatlı bütün ülkelerle stratejik içerikli ilişkilerini de üst düzeye çıkaracaktır.
KRİTİK NOKTA, küresel güçlerin birçok güç unsuruna ve özellikle ekonomik güce sahip olsalar da Türkiye’nin sahaya sürdüğü bu atağa karşı koyacak düzeyde güçlerinin olmamasıdır.
Yine bu konuda çok önemli bir husus, Türkiye’nin ortaya koyacağı etkinin, küresel güçlerle galibi belirleyecek bir karşılaşmayı da zorunlu kılmasıdır. Çünkü iki tarafça ezici bir üstünlüğün ortaya konulamadığı bir ortamda, gerilim ve çekişmenin devam etmesinin, bir savaşı zorunlu kılacağı hususu, akıl ve tarih çizgisinde ulaşılan bir sonuç ve bir gerçekliktir. Kısaca söylemek gerekirse bir geri çekilme olmayacağına göre savaş, KAÇINILMAZDIR...
ABD’nin bölgemizde oluşturacağı gerilim arttıkça, Balkanlar ve özellikle Arnavutluk büyük önem kazanacak, Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik baskısı arttıkça da Yunanistan, Türkiye’yi sırtından hançerlemek üzere yönlendirilen bir maşa hüviyetine bürünecektir.
Geçmişte birçok defa ifade ettiğim şekliyle, Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü çözüm kabul eden ve kendi devletimizi dünyaya kabul ettirmeyi hedefleyen bir taktiği benimsememiz, Girit açıklarında sondaj faaliyetlerine girişecek olmamız, Ege Adaları’nın antlaşmalara aykırı olarak silahlandırılmasına yüksek sesle karşı çıkmamız, Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarma arzusunu savaş nedeni sayarak bloke etmemiz, Batı Trakya Türklerinin haklarını en üst perdeden dillendirmemiz, tıpkı Ermeniler gibi hayal dünyasında yaşayan - sorunlu ve saplantılı bir algıya sahip olan Yunanistan’ın, Türkiye ile kaçınılmaz biçimde ve savaş çizgisinde karşılaşmasına neden olacaktır.
Yunanistan geçmişinde olduğu gibi doğrudan doğruya bu cesareti ortaya koyamayacağından, süreç içinde ufak tefek çatışmalar yaşansa da bu karşılaşmanın gerçek zamanının, Türkiye ile ABD ve avanelerinin karşı karşıya geleceği vakitle eş zamanlı olacağını söyleyebilmek mümkündür.
Burada sorulması gereken soru ise ; TÜRKİYE VE ABD NEREDE VE ZAMAN KARŞI KARŞIYA GELİR SORUSUDUR !!!
Büyük bir ekonomik –siyasi ve stratejik güç kaybı içinde bulunan Avrupa Birliği, Türkiye ile karşı karşıya gelebilecek ya da bunu talep edebilecek bir yeterliliğe sahip değildir. Küreselcilerin kuklası olan Fransa ve Yunanistan’ı dışarıda bırakacak olursak, Avrupa Birliği için Türkiye, çok daha vazgeçilemez bir ülke olacaktır.
ABD, Türkiye’ye Libya’dan çıkması önerisini getirse ve Birleşmiş Milletler’i kullanarak kendi düzenini tesis etmeye kalksa da, evdeki hesabı çarşıya uymamıştır ve Libya, bir süre sonra tamamen Türkiye’nin kontrolüne girecektir. “Zulüm ile abad olunmaz” ilkesi gereğince, şimdilerde sessiz görünen ve son olarak Filistin konusunda sinsi bir yaklaşımla faaliyetler yürüten Firavunların yardakçısı Sisi’nin yönettiği Mısır’ın, eninde sonunda kaosa sürüklenmesi ve dış müdahalelere açık hale gelmesi de muhakkaktır. Kader, tecelli etmek için “ol emri” gereğince kendisine tahsis edilen zamanı beklemektedir.
Bu arada Suudi Arabistan – Yemen – İran ve BAE arasındaki sorunlu ilişkiler yumağından, Katar- Türkiye- Umman- Pakistan //ABD- İsrail ve Mısır bloklarının da katılımıyla Ortadoğu’da büyük bir karışıklık çıkacak ve bu karışıklık, bölgede büyük bir güç boşluğu oluşturacaktır. Elbette bu güç boşluğu, büyük ölçüde Türkiye tarafından doldurulacak ancak ABD ve avanesi de İsrail’i ve kendi çıkarlarını korumak için bölgede savaş konumu alacaklardır.
Bu arada Suriye rejimi çökmüş, Irak da parçalanmış olacağından, Türkiye’nin etkisi ve kontrolü de genişleyecektir. Muhtemelen ABD ile ters düşecek olan SUUDİ ARABİSTAN, İsrail beslemesi BAE rejimi güdümünde oluşturulan ve ABD birliklerince de desteklenen bir askeri güçle İŞGAL EDİLMEK İSTENECEKTİR. Kanaatimce İran da Suudi Arabistan rejimi muhalifliği ve Yemen politikası üzerinden oluşan bir stratejiden hareketle ve Irak üzerinde Şia perspektifinde oluşan hakimiyetinden kaynaklanan bir yönelimle;
Bu furyaya katılarak meseleyi daha da girift bir hale sokacaktır ancak küreselcilerle aynı çizgide politika geliştiren İran’ı çok iyi günlerin beklemediği hususu da bir başka gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu süreçte MEKKE ve MEDİNE’nin durumu tehlikeye girecek, paganların- siyonistlerin – evangelistlerin ve İslam dünyasındaki işbirlikçilerin yönlendirmesinde şekillenen ve Türkiye’yi durdurmak isteyen ittifak güçleri ile Türkiye arasında ; Yavuz Sultan Selim Han’ın MERCİDABIK zaferi kadar önemli sonuçlar doğuran ancak MOHAÇ, ÇALDIRAN, MALAZGİRT ve PREVEZE savaşlarının bileşkesinin modern versiyonu sayılabilecek kadar da büyük bir mücadele yaşanacaktır.
İşte herkesin MELHAMEİ-İ KÜBRA ya da karşıt cephenin tabiriyle ARMEGEDDON olarak bildiği ve dillendirdiği savaş, bu savaş olacaktır. Ve Yunanistan’ın fırsat bu fırsattır diyerek Türkiye’ye ve özellikle İstanbul’a saldıracağı zamanı belirleyecek husus da bu savaşın tarihi olacaktır. Ancak kurulduğu andan itibaren kendisine şans getiren bu fırsatçılık, Yunanistan’ın da sonunu getirecektir. Önemli olan bizim, kağıt üzerinde büyük görünen bu güçlerle ; Hava - Deniz ve Kara savaşını farklı cephelerde aynı anda yapabilecek seviyeye ulaşmayı başarmamızdır ki bunu başaracağız ve tüm düşmanlarımıza diz çöktürerek, yeni bir çağı açacağız. Bu çağın adı ise ALTIN ÇAĞ’dır…
ALTIN ÇAĞ ;
Müslüman- Türk Milleti’nin dünya üzerinde mutlak bir hakimiyet tesis ettiği, Türk’ün kudret timsali sancağını yeniden cihana yaydığı, mezhep ayrılıklarının ortadan kalktığı, hilafetin sahibini bulduğu ve hilafet güneşinin cihanı kuşattığı, yaşanacak olağanüstü olaylar karşısında insanların Din-i Mübin-i İslam’a koştukları, Şeytanın mağlubiyetinin tescil edildiği, Hakkın gelip batılın zail olduğu ve Cennet Krallığı’nın sahibinin Allah’a isyan eden zayıf karakterli İsrailoğulları’nın değil, her daim Allah’a şükreden, Allah ismini zikrederek savaşan ve Allah için yapılan fedakarlıkta sınır tanımayan, İsrailoğulları gibi kıytırık kabile savaşları vererek değil, nice ölüm- kalım savaşlarından varlığını koruyarak çıkan ve tarihin derinliklerinden süzülüp gelen Müslüman- Türk milleti olduğunun Hz.Süleyman’ın mührü ile mühürlendiği bir kutlu dönem olacaktır…
Ne mutlu bu dönemin hazırlığı için çalışanlara ve ne mutlu bu dönemi yaşayacak Altın çağ Müslümanlarına …