Ermenistan Üzerinden Okunan Küresel Siyasi Strateji Ve Türkiye’nin Aldığı Konuma İlişkin Değerlendirmeler…
Av. Sedat Çetinkaya
Devlet-i Aliyye’nin çöküş sürecinin hızlandırılması noktasında, dönemin küresel güç merkezleri tarafından yönlendirilen maşalardan birisi de yüzyıllar boyunca Türk Milleti’nin koruyuculuğunda yaşamını sürdürmüş ve sadık millet olarak taltif edilmiş olan Ermeniler olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ermeni çetelerinin, Anadolu coğrafyasında yaptıkları katliamlar ise tarih hafızamızdaki yerini tüm canlılığıyla korumaya devam etmektedir. Ermeni devlet ideolojisinin, Ermenilere yönelik soykırım iddiasına başvurmasının temel nedeninin ise kendileri tarafından gerçekleştirilen insanlık dışı faaliyetleri ve eylemleri gölgelemeye çalışmak olduğu kadar Türkiye düşmanlarının politikalarına katkı sunarak, dünya kamuoyu nezdinde Türkiye aleyhine gündem oluşturulmasını desteklemek olduğu kanaatini taşıdığımı da ifade etmek isterim.
Ermenistan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında kurulan bölgesel dengeler noktasında, Rusya ve İran üzerinden kendisini tanımlamış ve bu ülkelerden almış olduğu destekle, Azerbaycan’a yönelik saldırgan ve işgalci pozisyonunu sürdürme cüretini göstermiş sıradan ve silik bir ülkedir.
Ancak yeni bir dünya düzeni üzerinde çalışmakta olan küreselciler için Ermenistan’ın özel bir önem kazanmaya başlaması, dengelerin bozulmasını tetikleyen ilk hareket olmuştur. Zira küreselcilerin bu süreçte İngiltere üzerinden ortaya koyduğu yaklaşım, Ermenistan’ın Rusya’dan uzaklaşmasına ve Ermenistan vatandaşlarının büyük bölümünün Rusya’ya yönelik tepkisel bir tutum içine girmesine sebebiyet vermiştir.
Bu gerçekliği değiştirebilmesinin pek mümkün olmadığını gören Rusya ise Ermenistan üzerindeki korumayı bir noktaya kadar kaldırarak, Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarmasının önünü açmış, bu stratejisiyle Azerbaycan üzerinde siyasi etkinlik kurmanın da yollarını aramıştır. Bu sırada kendisine batıdan hiçbir destek gelmeyeceğini ve tam anlamıyla mağlubiyete uğrayacağını farkeden Ermenistan, eski müttefiki Rusya’ya sarılmış ve kendisini kurtarmasını istemiştir.
Ancak savaş sonrasında Ermenistan’da yapılan seçimleri N.Paşinyan’ın kazanması, Ermenistan halkı üzerindeki Rusya karşıtlığının, büyük bir savaş yenilgisine ve Azerbaycan korkusuna rağmen devam ettiğini de ortaya koymuştur.
Gelişen süreçte Rusya, Ermenistan- Azerbaycan arasındaki meseleyi kaşıyarak ve planlı çatışma ortamları hazırlayarak patronun kendisi olduğu izlenimini koymaya çalışsa da kazın ayağının göstermeye çalıştığı şekilde olmadığını da gayet iyi bilmektedir.
Rusya’nın amaçları ; Zengezur koridoru meselesi üzerinden Azerbaycan ve Türkiye üzerinde kullanabileceği bir koz elde etmek ve İpek yolu projesinin sahibi ve finansörü olan küreselcilere karşı ipiniz benim elimde mesajı vererek, küresel politik denklemde hamle üstünlüğünü ele geçirmek ve bunun üzerinden siyasi- stratejik- ekonomik çıkarlar elde etmektir.
Küreselciler ise, İngiltere üzerinden yumuşak bir yaklaşımla Türkiye ile iyi ilişkiler kurma tiyatrosu oynarken ; Ermenistan’ı, Rusya’dan tamamen uzaklaştırma, Ermenistan ile Azerbaycan ve Türkiye ilişkilerinin normalleşmesini sağlayarak Rusya’yı devre dışı bırakma strateji üzerinden hareket etmeye çalıştıklarını da ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda Türkiye de kendi siyasi stratejisi bağlamında Rusya’ya, Zengezur koridorunun açılmasını sağlama baskısı yapmakta aksi takdirde İngiltere ve küreselciler ile birlikte hareket ederek, Rusya’yı etkisiz eleman konumuna düşürebileceğini göstererek, üstü kapalı tehdit politikası uygulamaktadır. Zira sadece ama sadece Azerbaycan ve Türkmenistan’dan çıkan doğalgaz’ın, Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması ve bu durumun Rus gazına alternatif oluşturması durumu dahi Rusya’nın tüm devlet stratejisini bozan bir etkiye sahip bulunmaktadır.
Bu noktada Almanya’nın Kuzey Akım- 2 Projesini askıya alması, Avrupa Birliği ile Ermenistan ve Azerbaycan arasında gerçekleştirilen görüşmeler, Türkiye ile Ermenistan arasında özel temsilci atanması ile başlaması öngörülen normalleşme süreci, Türkiye’nin ortaya koyduğu siyasi stratejinin altının boş olmadığını da ortaya koymaktadır.
Bu arada Türkiye’nin Kırım meselesini bahane ederek, Ukrayna üzerinden Rusya’ya yönelik olarak kurmuş olduğu tam kıvamındaki baskıyı da unutmamak gerekmektedir.
Böylece Türkiye, Türk Devletler Birliği Teşkilatı üzerindeki Rusya baskısını hafifletmeyi hedeflerken, Türkiye’deki iktidarı değiştirerek tüm insiyatifi Türkiye üzerinden ele geçirmeyi planlayan küreselcilerin arzularını da kursaklarında bırakacaktır. Herkes , FETÖ’nün tam da bu iş için kurulmuş bir CIA alt oluşumu olduğunu görme mecburiyeti içinde bulunmaktadır.
FETÖ, Türkiye’nin yönetimi sinsice ele geçirerek Türkiye’yi küreselcilerin kuklası haline getirmek istediği gibi Ortaasya’ya yönelik açılımıyla da bölge ülkelerini , küreselcilerin ve dolayısıyla Çin’in hakimiyetine açmak için maymuncuk görevi gören bir aparat konumunda bulunuyordu. İşte PKK//PYD//YPG yapılanması ile baskı altına alınan Türkiye’yi, FETÖ üzerinden teslim alamayanlar , içimizdeki işbirlikçilerin kurmuş olduğu siyasi yapılanmalar üzerinden teslim almanın peşine düşmüş, bu durumu da ABD başkanı J.Biden’ın ağzından çıkan muhalefetle işbirliği yapılacağı açıklamaları ile ortaya koymuşlardır.
Bu konuda biraz daha ayrıntı arayanlara, ABD Büylükelçisi’nin son günlerde kimlerle görüştüğünü incelemelerini tavsiye ettiğimi de belirtmek isterim.
Konuya dönecek olursam, bu süreçte Kafkaslardaki yüzyıllık dengenin bozulduğunu anlamakta zorlanan İran ise, birkaç defa Azerbaycan’a ve söylem bazında olsa da Türkiye’ye yönelik ataklar geliştirdikten sonra Afganistan üzerinden gelişen Taliban tehlikesi, Türkiye’nin bölgede artan etkisi, Türkiye ile Pakistan- Afganistan ve Tacikistan arasında artan siyasi//ticari ve askeri ilişkiler, Türk Devletler Topluluğu’nun oluşturduğu korku, kendisini parçalanma sürecine sokma ihtimali bulunan iç sorunlar ve efendilerden almış olduğu uyarı üzerine, dengesiz siyasetini sınırlamak ve bölge siyaseti açısından Türkiye’nin yönlendirmesine tabi olmak zorunda kalmış bulunmaktadır.
Batıya ve küreselcilerin yıkıcı faaliyetlerine karşı Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyan Rusya ise Türkiye ile hiçbir zaman açıklanmayacak ve Türkiye lehine olacak şekilde gizli ve sözlü bir anlaşma sürecine girmek durumunda kalmıştır.
Sayın R.T.Erdoğan ve V.Putin arasında son Soçi görüşmesi esnasında gerçekleşen bu durumun, iktidar değişmediği sürece yürürlüğünün devam edeceğine ve tüm ters yönlü açıklamalara ve ikili ilişkilerdeki çekişmelere rağmen Türkiye ile Rusya’nın, batılı güç odaklarına karşı olabildiğince aynı perspektif dahilinde hareket edeceğini şimdiden belirtmek isterim. Çünkü her iki devletin çıkarı, bir ittifak süreci öngörmese de aynı pencereden meselelere bakma perspektifinde kesişir görünmektedir.
Bu süreci , bağımsız bir devlet politikası çerçevesinde ve yaklaşık 20 yıl devam ettirerek güçlenmeyi sürdürdüğümüzde, dünyanın en büyük küresel güç merkezi olarak ortaya çıkmamız mutlak bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Bu hususta zaman, ekonomik derinlik, askeri büyüklük ve siyasi etki açısından çok yönlü olarak gelişmeye devam eden ve hinterlandını devamlı bir biçimde geliştiren Türkiye’nin lehine akmaktadır.
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik müdahalesini engellemek ve Türkiye’deki iktidarın işbirlikçi bir yönetime devrini sağlamak için gerçekleştirilen kur operasyonlarına ve bu operasyonlar sonrasında tetiklenen enflasyonist ortamdan hareketle oluşturulan algı sürecine, ülkesine seven ve aklı başında hiçbir vatandaşımızın katılmaması, yürütülen milli mücadeleye yönelik topyekün bir destekle, devletimizin ve milletimizin düşmanlarına unutamayacakları bir ders verilmesi gereği bulunmaktadır.
Herkes bir gün gelecek, Türkiye’nin ortaya koymuş olduğu gücün ve insanlığın karşısında diz çöküp ; kutlu bir devlete ve büyük bir lidere biat edecektir…
İşte o gün, tüm çektiğimiz çileleri bize unutturacak en mutlu gün olacaktır…