Saka-Sak-İskit Türk- 7
Araştırmacı Yazar Ali Yıldız
Sakalar okumalarımıza bir girizgâh olsun diye başlattığımız bellek yoklamalarına devam ediyoruz.
Osmanlı Devleti’nde meydana gelen iç karışıklıklar ve ihtilaller sonucunda 200 yıl önce klasik saray yönetimi yerini Tanzimat’a bırakmış ve 1839 da resmen ilan edilmişti. Bundan 180 yıl önce Mustafa Reşit Paşa’nın destek ve tavsiyesi ile Devlet ricaline dâhil olan Ahmet Cevdet Paşa ünlü Tarih-i Cevdet’i yazdı.
Olaylara bakış açısından eleştiriler getiren bir yeni tarih anlayışını temsil eden bu eserin bile başlangıcı Türk Tarihi değildi. Ne Cevdet Paşa’nın ne de onun sıkça kaynak aldığı Şanizade Tarihi’nin merkezinde kadim Türk tarihi yoktur.
Osmanlı’nın ilk dönemlerinde Beylikler etkisi ile ele alınmış olup aslını Aşıkpaşazade ve Oruç Beğ tarihleri gibi Oğuz Han’a dayandıran metinler bırakılmış, tarih bir peygamberler, halifeler tarihi şeklinde anlaşılır olmuştur.
Nitekim muhterem Cevdet Paşa Tarih-i Cevdet adlı eserin birinci cildinin 3. bölümüne İslam Devletleri’nin Geçmişteki Halleri Ve Devlet-İ Aliyye’nin Meydana Çıkması başlığını atmıştır. Yani ondan öncesi yoktur. Cevdet Paşa bu tarihi takviye edercesine bir de Peygamberler tarihi yazmıştır.
Esasen batılı bilginler kendi kökleri aramak veya salt bilim adına Orta Asya steplerini harıl harıl alt üst ederken de; sonunda buldukları Orhun Yazıtlarını okuyup insanlığa ve Türklüğe hediye ederken de Türk dünyasının kalbi olan Osmanlı ve aydınlarının bundan haberi olmamıştı. Kimse “Üstte mavi Gök, altta yağız Yer delinmedikçe” sözünden haberdar değildi.
Elbette bu tutum yazılan eserlerin kıymetini azaltmaz. Yazılan her şey kıymetlidir. Ammmmaa..
Amma, hem de devletin kurucusu, hem İslam’ın bayraktarı olup ve fakat bir gün İSTİKLAL VE İSTİKBAL derdine düşecek olan Türklerin yeniden dirilmek için tutunacağı dalların, köklerin bu eserlerde ortaya konmadığı açık bir gerçektir. Çünkü “otu çek köküne bak” derler. Bu eserlerde Türklüğün kökü yoktu.
Türklüğün, kültür köklerini aramak ve şanlı geçmişe doğru yol almak atıflar yapmak kaynak göstermek işi 20. yüzyılın başlarında başı belaya girdikten sonra kıpırdanmış ve Atatürk döneminde bir modern toplum inşası projesine dönüşmüştü.
Hafızalarını yoklayan Türkler kendilerini bir soyadı bulma uygulamasının içinde bulduklarında şaşırıp kalmışlardı. Adlarıyla beraber gittikçe Araplaştıklarının farkına varmadan (sıcak kazan ve kurbağa örneği); Mehmet oğlu Ali, Yusuf bin Yusuf, Veli binti Fatıma, Hasan Ağa zade varken neydi bu arayış?
En modern organizasyon olan Türk Ordusunda bile subaylar Kemal Selanik(Atatürk) , Şükrü Yenibahçe, Fevzi Kavak( Çakmak), Kazım Karabekir gibi memleket veya doğum yeri adlarıyla ayırt edilebiliyordu.
Nihayet, rüşeym halindeki bürokrasi tarama, benzetme, yakıştırma, uydurma yöntemleri ile millet ferlerini bir soyadına kavuşturdu.
Bu soyadlarında oldukça iddialı terimler (Bozkurt, Oğuz, Selçuk, Cengiz, Timur, Karakurt, Tekin vs ), olmakla birlikte bunlar azdı. Geriye kalan işi kasabaların nüfus memurları halletmek zorunda kaldı.
Memur karşısına çıkanlara soruyor:
Nerden geliyorsun?
Sütlüce’den. Seninki Sütlüce olsun.
Ne iş yaparsınız? Gayarcılık.
Seninki Gayarcı olsun.
Bunların arasında: “Çivi, Çekiç, Keser, Balta, Bıçak, Nacak, Kama, Hançer, Kılıç, Kalkan; Elma, Ayva, Armut, Üzüm, Kabak, Kavun, Ceviz, Fındık, Tut, Kelek, Karpuz, Üzüm, Mercimek, Biber, Buğday, Nohut, Arpa” Olduğu gibi, “Tosun, Çakal, Eşek, Maral, Ceren, Kuş, Baykuş, Doğan, Şahin, Kartal, Horuz, Delice, Serçe, Güvercin, Çekirge, Durna, Dudu, Arı, Dağ, Taş, Toprak, Hamamcı, Çıplak, Ve “Gül, Çiğdem, Nergiz; Sarı, Kara, Beyaz, Ak, Kırmızı, Mavi, Mor, Yeşil; Gümüş, Altın, Demir, Çelik, Tunç, Bakır, Elmas, İnci, Mercan; Fırtına, Boran; Kantar, Havan, Kazan" Olanlar da vardı.
O günün imkânları ve iletişimi ile bu iş halledildi.
Konuyu dağıtmadım merak etmeyin.
Belleğimiz bu soyadı furyası arasından iki üç tane SAKA ismini çıkarıp buldu.
Bunlar Hasan SAKA, Necdet SAKAOĞLU ve Samim SAKAOĞLU.
HASAN SAKA
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlarındandır. 1886 Trabzon doğumludur. Buraya dikkat SAKAOĞULLARI ailesindendir.1908 yılında Mülkiye Mektebi'ni bitirdi. Divan-ı Muhasebat'a girdi. 1909 yılında öğrenim için Fransa'ya gönderildi. Kasım 1912 tarihinde Paris Siyasal Bilgiler Okulu Diplomasi Şubesinden mezun olarak yurda dönüşünden sonra Mülkiye Mektebinde İktisat ve Maliye dersleri okutmuştur. Cumhuriyet hükümetlerinde Maliye Vekili ve Dışişleri bakanlığı yapmış 1949 yılında Başbakan olmuştur.
Burada bir hatırlatma yapmak lazım. Saka –İskit Türklerinin en uzun hakimiyet sürdüğü coğrafya Karadeniz’in kuzeyi(kolay anlaşılması için Kırım çevresi diyelim) ve şimdi Türkiye’nin Karadeniz kıyıları, Samsun, Trabzon-Rize eksenidir.
Trabzondaki Sakaoğullarına bu unvan kadim Sakalardan kalarak, onun anısını mı taşıyorlardı; yoksa, orduda veya mahallelerde su taşıyan Sakalardan mıydılar onları araştırmadık. Her ne hal ise bu unvanı dededen oğula taşırken, önlerine çıkan soyadı kanunu ile muhteşem SAKA bellek zincirini devam ettirme imkânı buldukları aşikârdır.
NECDET SAKAOĞLU Prof. Dr.
1939'da Sivas, Divriği'de doğan Sakaoğlu, Divriği Atatürk İlkokulu'nu (1951), Nuri Demirağ ortaokulu (1954), Sivas valisi Muammer Bey'in yaptırdığı öğretmen okulunu (1957) ve en son olarak da, İstanbul Çapa'daki kitabesinde adı "Dârül-Muallimat-ı Aliye" olan Eğitim Enstitüsü'nü bitirmiştir.
Necdet Sakaoğlu bu soyadını nasıl almıştır bilmiyoruz.
Tarih, folklor ve edebiyat alanlarında araştırmaları vardır.
Çeşitli gazete, dergi ve ansiklopedilerde makaleleri yayımlanmıştır. Yayımlanmış çeşitli kitapları bulunmaktadır. Bu kitaplardan bazıları şunlardır:
• Türk Anadolu'da Mengücekoğulları,
• Amasra'nın Üç Bin Yılı,
• Osmanlı Eğitim Tarihi."
• Bu Mülkün Sultanları
Necdet Sakaoğlu Mengücekoğulları kitabında bir Mengücekli eseri olan Divriği Ulu Camii’ni de anlatır. Eser Anadolu’da Türk sanat ve mimarisinin zirve yaptığı bir çağda Alaeddin Keykubad zamanında Mengücekli Ahmet Şah tarafından başlatılmıştır. Mengücek Süleyman oğlu Ahmet Şah ve eşi Turan Melek Hatun vakfıdır. Bu eser üslup ve emek bakımından eşşizdir. Mimarı Ahlatlı Hurremşah adında bir sanatçıdır. Mimarının bir sözünü hatırlatmak isterim.
Rivayet bu ya: Eseri yaptıran Ahmet Şah mimarın kullandığı taşlardaki bitki, canlı, çiçek, kuş rölyeflerine bakarak sormuş, bunları nasıl ve neden yaptın?
Mimarın verdiği cevap çok can yakıcı bir yaramızı depreştirmekte ve kadim Türk Gök Tengri inancının izlerini taşımaktadır. Nitekim Ahlatlı Hürremşah’ın memleketinde Ahlat Mezar Taşları da böyledir.
“ÇÜNKÜ ULU SULTANIM; TABİATTA MEVCUT HER VARLIĞIN BİR CANI VE RUHU VARDIR. TANRI YARATTIĞI HER VARLIĞA RUHUNDAN BİR PARÇA KATMIŞTIR. TAŞLARIN DA RUHU VE CANI VARDIR. ONUN İÇİN BU TAŞLARI İÇİNDEKİ RUHU İLE TERSİM ETTİM”.
Muhteşem ve muhterem bir yanıttır bu. Böylece Saka soyadı taşıyan bilim adamı üzerinden kadim Türklerin ve tabii ki SAKALARIN Gök Tengri inancına da bir atıf yapmış olduk.
SAİM SAKAOĞLU Prof. Dr.
Kendisi anlatsın:
Konya’nın merkez ilçesine [sonra Meram] bağlı Fahrünnisa Mahallesi’nde 20 Mart 1939’da doğmuşum.. (Özel belirlememiz: 28 Şubat 1939) Babam, hattat ve hafız Mehmet Efendi, annem Zeliha (Köseoğlu) Hanım’dır. Hâkimiyeti Milliye İlkokulu’nu (1946-1951), Konya Lisesi’nin orta kısmını (1951-1955) ve lise kısmını (1955-1959) bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1965) ve Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’ndan mezun oldum (1964).
1988 yılında Konya Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne profesör olarak atandım. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü; Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu;
İLESAM; UNİMA; Konya Fikir, Sanat, Kültür Adamları Birliği Derneği;
Konya Lisesi Mezunları Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği, Konya Kültür ve Turizm Derneği ve Selçukya Kültür Sanat Derneği kurumlarının üyesiyim. Asya, Avrupa ve Amerika kıtalarında çeşitli bilimsel toplantılara katılıp, bildiriler sundum. Türk Dil Kurumu’nun 1983-2001 yılları arasında Bilim Kurulu ve 1995-2001 yılları arasında Yürütme Kurulu üyeliklerinde bulundum.
Saim Sakaoğlu bu soyadı nasıl aldı bunu bilmiyoruz.
ÜÇ SAKA
Böylece birisi Trabzon, diğeri Sivas ve sonuncusu Konyalı olan üç ünlü SAKA soyadlı kişiyi de anmış ve onların taşıdığı soyadı sayesinde OTLARI ÇEKİP KÖKÜNE BAKMIŞ olduk.
İşimiz önümüze gelene Türk damgası yapıştırıp hamaset yapmak değil. Çünkü dünyada bize yetecek kadar çok Türk var zaten. Hatta birazı da birbiri ile döğüşmekle uğraşıyor.. Ama bize ait olanı da kurda kuşa yem etmemek atalarımıza karşı üzerimize düşen bir evlatlık görevidir.
Bundan sonraki yazılarımda SAKALAR-İSKİTLER-ETRÜSKLER-HUNLAR-TÜRKLER için tarihin sıkıcı dehlizlerine dalacak ve sizi çok yoracağım. Ama olsun.
Otu çektik köküne baktık ve gördük ki; ÖNCE TÜRKLER VARDI..
Daha Önceki Bölümleri'de Okumak İsteyebilirsiniz...