Sakalar-Gen Grupları-Türkler-26
Araştırmacı-Yazar / Ali YILDIZ
En eski Türk kavmi Sakalar nasıl oluştu?
Bu soruyu cevaplandırmak için iki yol var; birincisi teoriler, ikincisi kayıtlar ve yazılı kaynaklar.
İkinci yolu, yani yazılı kaynaklar kısmını iyi kullanabilmek için teorilerden hareket edeceğiz, çünkü yaradılıştan bu yana geçen zamanın büyüklüğü yanında kaynaklar devede kulak kalıyor.
Örnek olarak dünyadaki insan varlığı 400.000 yıla dayandırılıyor ama biz bunun yazının icadıyla ortaya çıkan son 5.000 yılını ancak bilebiliyoruz. Oysa yazının icadından çok önce de insan var. Yazının yetmediği yerlerde arkeoloji ve antropoloji ilmine başvuruyoruz ama o da yetmiyor. Çünkü arkeoloji ve antropoloji de bize şimdilik 10-12 bin yıllık yol açabiliyor. Ötesi bizim için hala karanlık.
O halde ne yapmalı?
GENLERİN GÖÇÜ
Bundan 100 yıl önce bu sorunun cevabını bulamazdık. Ama günümüzde GEN teknolojileri bizi çok daha derinlere götürüp, teoriler oluşturmamıza imkân veriyor. Tabii ki bunu ben yapmayacağım, yine Gen Teknologlarının bildirdiklerinden faydalanacağım. Alıntılar yaptığım kaynak: (http://xn--trktarihim-9db.com/ilk_Türkler)
Gen teknolojisi yeryüzüne dağılmış insan ve toplum gruplarının genlerini inceleyerek bizi bazı belirgin mesafelere taşımaktadır.
ÖNEMLİ HATIRLATMA!
“En az 50.000 yıl öncesinden söz ederken benzeşik gen grupların sadece biyolojik olduğunu, her ferdin tek başına avcı-toplayıcı olduğunu, ASLINDA TOPLUM SÖZÜNÜ KULLANIRKEN GÜNÜMÜZÜN DİL ALIŞKANLIKLARINDAN HAREKET ETTİĞİMİZİ, gerçek sosyolojik oluşumun binlerce yıl sonra geleceğini, toplumdan değil de en fazla klanlardan bahsedilebileceğini, bugünkü algılarımızın ve toplum yapılarının bizim zihnimizde yarattığı kavramlarla düşünmenin(aile, aşiret, boy, soy, oymak, millet devlet) yanıltıcı olacağını bilmeliyiz”
Klimatolojik, Jeolojik ve tektonik araştırmalar dünyanın buzul çağlarına dair verdiği bilgilerde dünyanın günümüzden 200.000 yıl önce başlayan bir buzul çağından söz etmektedir. Yine bu buzul çağı günümüzden 50.000 yıl önce sönümlenmeye başlamış, yaklaşık 20.000 yıl önce de bitmiştir.
Sözü edilen çağlarda dünyada insan varlığı hala devam ediyor ancak belirli bölgelerde. Buna göre Günümüzden 50.000 yıl önce sönümlenmeye başlayan buzul çağında Afrika kıtasının doğu sahillerinde bu günkü insanların ataları yaşıyordu. Buzul çağı şartlarına göre yaşamakta olan bu insanlar, iklimin değişmesi ile ortaya çıkan ısıdan rahatsız olarak bulundukları yerleri terk edip daha yaşanabilir yerlere doğru göçe başladılar.
Günümüzden 1000 yıl önce yapılan dünya haritalarında Afrika kıtasının kuzey tarafları resme dökülmüş, güneyi henüz bilinmiyor. Buna göre bu günkü Nil nehri Mısır üzerinden Akdeniz’e dökülmüyor, bilakis Büyük Sahra üzerinden Atlas Okyanusu’na dökülüyor. Yani, Afrika’nın kuzeyi kurak ve susuz. Biz bunun 1000 yıl önceki keşiflere değil, binlerce yıl önceki sözel bilgilere dayandığını düşünüyoruz. Çünkü bugün Nil kuzeye akarak Akdeniz’e dökülmektedir.
O halde ne olmuştu?
Muhtemelen dünya buzul çağının sönümlenmesini yaşamaya başlarken, kuzey Afrika müthiş bir sıcaklık ve kuraklık yaşamaya başlamıştı. İnsanlar susuz yaşayamayacağı için serin ve ılıman yerlklere doğru hareket ederek kuzeye göçmeye başladılar.
Teoriye göre bu insanlığın yaşadığı ilk toplu göçtür.
Bu göçü ancak insan genlerinin yer değiştirmesinden anlayabiliyoruz. Yoksa elimizde maddi bulgular, at, araba, vasıta yok.
Şüphesiz bundan önce Afrika’nın kuzey sahillerini kullanarak şimdiki Avrupa kıtasına geçen küçük birimler de olmuş, onlara Neandertaller denilmişti. Buraya girmiyoruz. Çünkü bu çağlarda Avrupa tam bir buz kütlesi halindeydi. Ancak güney sahillerinde bazı insanlar tutunmuş, onlardan kalıntılar (Fransız Lascaux mağaraları) ele geçmiştir.
Doğu Afrika sahillerinden Kızıl Deniz geçilerek bir kısım insan Mısır ve Süveyş üzerinden, diğer bir kısmı da Arap yarımadasının güneyinden yürüyerek Basra Körfezine vardılar. Bu göçmenlerin bir kısmı Mısır ve Mezopotamya’da kaldı. Bunlar Semitik insanların atalarıdır(Arap, Kıpti, Yahudi, Asur, Akad vs). Diğer bir bölümü ise Zağros dağlarının güneyinden İran Sahrasına; oradan da Hindistan ovalarına ulaştılar.
Şu sorular sorulabilir? Nasıl ulaştılar vasıtaları teknolojileri var mıydı?
Cevabı güç bir soru.
Şu kadarını biliyoruz ki, o çağda söz konusu denizler (Kızıldeniz, Basra Körfezi) bu kadar geniş, ırmaklar belirgin değil, belki göller hiç yok, çünkü buzlu karalar birbirine daha yakın bağlantılı haldeydi.
Güney yolunu seçenler için, Pamir dağlarının zengin su kaynakları ve Hint okyanusunun ılıman nemli rüzgârları(günümüzde muson) ile beslenen Kuzey Hindistan daha çok insana daha rahat yaşama alanı vadediyordu. Halen de öyledir.
İLK BENZEŞİK GEN GRUBU “F”
Yukarıda hatırlatmıştık, tekrarlayalım:
En az 50.000 yıl öncesinden söz ederken benzeşik gen grupların sadece biyolojik olduğunu, her ferdin tek başına avcı-toplayıcı olduğunu, sosyolojik oluşumun binlerce yıl sonra geleceğini, toplumdan değil de en fazla klanlardan bahsedilebileceğini, bugünkü algılarımızın ve toplum yapılarının bizim zihnimizde yarattığı kavramlarla düşünmenin(aile, aşiret, boy, soy, oymak, millet devlet) yanıltıcı olacağını bilmeliyiz.
Teoriye göre burada binlerce yıl kalan Afrika göçmenleri, semirip çoğaldılar. Burada ilk BENZEŞİK GEN GRUBU oluştu. Bilim adamları buna F benzeşik gen grubu adını verdiler. Havaların da daha çok ısınması ile serin yerlere doğru yol aldılar. Bu ana gruptan kopanlardan bir kısmı Güney Asya üzerinden Çin’e ulaştı. Bunlara C benzeşik gen grubu deniliyor. Daha sonra C,D,N, O benzeşik gen gruplarına ayrılacaklar. Bir kısmı daha güneye geçerek Yeni Zelanda, Filipinler, Endonezya, Borneo ve Avusturalya’ya gidecek, belki Aborjinlerin atası olacaklar.
“N” benzeşik gen grubu Çin’den (bu günkü Doğu Türkistan) çıkarak kuzey Sibirya’ya varıyor. Bunlar daha sonra batıya göçerek bu günkü İskandinavların ataları olacaklar. “O” benzeşik gen grubu Çin’in kuzeyine geçerek orada kalacaklar ve bunlar sonradan Tunguzların ataları olacaklar.
“C” benzeşik gen grubu da yine Doğu Türkistan’ın kuzeyine giderek (Moğolistan-Ötüken) orada kalacak ve sonradan Şu’ların, Hunların-Göktürklerin ataları olacak.
Yeniden Hindistan’a dönersek; buradaki “F” ana grubundan kopan bir kısım insanlar daha güneye kayarak “H” benzeşik gen grubunu oluşturdular. Bunlar Hint yerlilerinin atalarıdır. Bu söylediğimiz oluşumlar binlerce yılda meydana geliyor, yazdığımız kadar kısa sürede değil.
Yine “F” benzeşik gen grubundan kuzeye doğru da bir hareket başlıyor. F ve K grupları oluşuyor. Bunlar ilk planda İran platosuna ulaşıyor. Burada kendi aralarında ayrışarak bir kısmı Mezopotamya’ya geçip, Semitiklerle karışarak Sümerlerin ataları olacaklar. Bunların gen grupları G, I, J, olarak adlandırılmış. Bunlardan “J” benzeşik gen grubu oradan Arabistan çölüne geçerek Arapların ataları olacaklar.
“G” benzeşik gen grubu bunlardan ayrılıp Kafkasların yolunu tutuyor ve orada binlerce yıl izole bir grup olarak kalıyor. Daha sonra bunlar tunç çağında Transkafkasya’dan Anadolu’ya geçenlerin ataları olacaklar. Anadolu mağaralarında ve dağlarında bulunan kaya resimlerini yapanların atalarıdır, bunlardan kalmış olan kaya resimleri, 7-8 bin yıl öncesine işaret etmektedir.
Bu grup da önemlidir çünkü sonraki zamanlarda “J” benzer gen grubu ile ilişkiler kurarak Batı İran’da uzun zaman yaşayıp (Zağros’un doğusu ve Urmiye Gölü çevresinde) ilk medeniyetlerin kurulmasında katkıları olacaktır. Guttiler, Lulubiler, Kassiler, Urartular, Medler, Elamlar bunların ahfadıdır. Turani kavimler olarak bilinirler. Bunların Türklüğü buradan geliyor.
Hindistan’daki “F” benzeşik gen grubundan kopan bir grup insan “K” benzeşik gen grubunu oluşturarak kuzey yönlü olarak İran sahrasına harekete başlıyor ve kendi aralarında ayrışıyor. Bunlar R, T, Q gruplarıdır ve bunlar kuzeye doğru yol alarak kuzey Asya halklarının ataları olacaklar.
“R” BENZEŞİK GEN GRUBU
Sakalar çağına ulaşmak için biz bu “R” benzeşik gen grubuna dikkat edeceğiz.
R ve Q benzeşik gen grubu da kendi içlerinde farklı yollardan kuzeye doğru çekildiler. İzledikleri yol bu günkü Horasan, Aşkabat, Anau, Aral, Altay dağları istikameti olarak söylenebilir. Bunlardan R1a grubu Altay dağlarının batısına yaslanıp yerleşir. Buna dikkat. “R1a” benzeşik gen grubu burada uzun zaman yaşayacak ve başka kanaldan gelen R grupları ile çok ileride birleşecektir. Kısacası R benzeşiklerinin Asya’da kaldığını görüyoruz.
Kızılderililer
R,T,Q grupları kuzeyde yaşarken bunlardan Q grubu bir süre sonra yanlarına, Çin’in kuzeyinden gelen C,O ve N gruplarından da alarak Bering boğazını geçip, bu günkü Amerika kıtasına vararak AMERİNGLER denilen Kızılderililerin atalarını oluştururlar.
Daha sonraki yıllarda gelip gitmeler olmuşsa da Kızılderililerin Asyatik gen bağı buradan gelmektedir. Çünkü onların ataları diyebileceğimiz “Q” grubu, “R” grubu ile Hazarın doğusundan Anau, Aral Kıpçak bozkırı yolu ile Sibirya’ya kadar yüzlerce hatta binlerce yıl uzun ve meşakkatli bir yolculuk yaptı ve bir süre aynı coğrafyayı paylaştı. Yaklaşık 50.000 yıl önce onlar Asya’dan ayrılıp Amerika’ya göçtüler. Ancak ufak tefek karışmalar dışında gen benzeşimi aynı kaldı.
Diğer R benzeşik gen gruplarına ne oldu?
“R1a” grubu
Yukarıda belirttiğimiz gibi bunlardan “R1a” grubu Altay dağlarının batısına yaslanıp yerleşir. Bunlar sonradan Sakaların, Hunların, Göktürklerin, Kırgızların, Hakasların, Altaylıların, Tuvaların, ataları olacaktır.
“R1am” grubu
İran yaylalarından birlikte hareket eden “R” benzeşik gen grubundan bir kısım insanlar yarı yolda onlardan ayrılarak, Hazarın doğusunda günümüzdeki Mangışlak üzerinden kuzey batıya geçerek Karadeniz’in kuzeyi ile Hazar arasında yerleşip “R1am” benzeşik gen grubunu oluşturdular. Bu benzeşik gen grubuna Hint-Avrupalıların ataları denilmektedir. Elbette bir tahmindir. Çünkü henüz ortada toplu konuşulan diller yoktur. Nerdeyse her aile bir dil grubudur ve binlerce dilin varlığından söz edilebilir. O yüzden bunlara tam da böyle denilip denilmeyeceği tartışılabilir.
“R1b” grubu
Daha önce Ön Asya’nın doğusuna İran sahrasına gelmiş olan bir grup insan da yine Hazar’ın batısını takiben kuzeye doğru giderek Urallara ulaşıyor. Bunlar da Urallarda R1b benzeşik gen grubunu oluşturuyor.
“R1tx,11-12” grupları
Yine bu R1b grubundan bir kısım insan da Anadolu üzerinden İstanbul Boğazını geçerek Rumeli topraklarına ve daha kuzeye doğru ulaşıyor. Bunlar R1tx 11-12 gruplarını oluşturuyor. Bunlardan “R1tx 12” grubu batıya yönelip Galler ve İspanya’nın BASK bölgesine ulaşıyor. Basklar ve Türkler akrabadır tezleri ve söylentilerinin aslı budur. Ancak burada unutulmamalı ki 50.000 yıl önceden söz ediliyor ve toplu dillerin teşekkül etmediği bir dönem. Yine de hoş..
ŞİMDİ DİKKAT!
Bir ucu Tuna ve Hazar’ın batısı, bir ucu Altaylarda olan 4 tane “ R” grubu (“R1a”, “R1b”ve “R1am”, “R1tx,11 ) neredeyse bu günkü bildiğimiz “Altaylardan Tuna’ya” o günkü dünyanın yarısını kaplamış durumda. Dahası var, yukarıda değinip geçtiğimiz N ve Q gruplarını unutmayalım. Biraz aşağıda onlara da ulaşacağız.
Ara sıra bazı duygusal cümleler kursak bile bu yazdıklarımızın Sakalarla ne ilgisi var diye önce kendimize sormalıyız?
Evet insanlar var, göçler var, coğrafya var, gen grupları da var.. Peki, bu gen gruplarından Sakalara nasıl ulaşacağız?
“ÜSTTE GÖK ÇÖKMESE”
Garip avcı toplayıcılar (bütün benzeşik gen grupları) M.Ö 200.000’den başlayan buzul çağında giderek zulmü azalsa da M.Ö. 50.000 yılına kadar ölümüne dayandılar. M.Ö. 50.000 sıralarında nispeten azalan buz baskısından faydalanan insanoğlu bu fırsatı değerlendirerek çıktığı göç yolculuklarında yukarıda tarif ettiğimiz coğrafyalara doğru ilerlerken bir soğuk dalgası ile daha karşı karşıya geldi. Güney sahilleri hariç Avrupa neredeyse tam bir buz kütlesi gibiydi ve insandan eser yoktu.
Öyle ki M.Ö. 18.000 yıllarında önce ulaştıkları menzillerini kaybettiler. Kuzeyden gelen yeni bir buz tabakası baskısı ile mağaralarına kaçtılar. Mağaralardan başka sığınacak yer bulamadılar. İşte bu buzdan kaçış çağlarında yaptıklarını tahmin ettiğimiz en ilkel çizimler ve mağara resimleri o kasvetli korkunç günlerin hatıralarını taşımaktadır diye söylenebilir.
ÜSTTE MAVİ GÖK ÇÖKMEMİŞTİ AMA BEYAZ DÜNYA İNSANLARIN ÜZERLERİNE ÇÖKMÜŞTÜ.
Kuzeyden gelen buz kütleleri üzerlerine çökünce sıkıştılar ve eskiden yaşadıkları geniş alanlar ellerinden çıkmış daracık yerlere sıkışmışlardı. Sıkıştıkça önceden birlikte olmadıkları başka insanlarla temas ettiler.
Temas iletişim demekti. İşaret, ses, dil.
Böylece küçük toplulukların ortak iletişim dilleri oluştu. Bazen bir ses, bazen bir taş, bazen bir ok. Bazen bir gülümseme, bazen bir asık surat.
Kuzeyde yoğun bir “R” benzeşik gen grubunun toplaştığını görüyoruz. Bunlar “R1a”, “R1b”ve “R1am”, “R1tx,11 gen grupları. Kuzey Asya’nın nispeten batısında toplaşan bu gen gruplarının doğusunda “N” ve “Q” gen grubu var. Bunlar aynı zamanda kuzey buz baskısını birlikte yaşayarak birbirlerine yaklaşan büyük bir kitle. Bu kitle M.Ö. 16.000 den itibaren daha belirgin bir homojenlik gösteriyor.
Buzların eriyip yukarı çekilmesi ile artık mağaralardan çıkmış, kendilerine ağaç kabuklarından veya odunlardan yeni barınaklar yapmaya başlamış, alet kullanmayı, ilkel alet yapmayı becermeye başlamışlardır. Burada klan ve aşiretten söz etmeye başlayabiliriz. Klan ve aşiret ama çok büyük bir benzeşik kitle halindeler. Bu dönem M.Ö.16.000 den M.Ö.12.000 yıllarına kadar sürüyor. Avcı-toplayıcı mantıkta gıdaların toplanması, saklanması mümkün değildir. Yarın yoktur.
Yarın düşüncesinin gelişmeye başlaması ile gıdaların saklanması, bunun için gerekli ilkel kaplar yapmayı öğrenmek, ateşte pişirmeyi kolaylaştırmış ve yeni bir dönem başlamıştır. Buzulların erimesi ve kuzeye çekilmesi bu insanlara yeni bir hayat tarzı yaşamak imkânı sunmaktadır. Kulübeler yapmak. İlkel toprak kaplar yapmak. Kesici aletler yapmak gibi. Böylece ilkel toplum kültürü oluşmaya başlıyor.
R, N ve Q benzeşik gen gruplarından oluşan bu kitle artık gerçek bir ilkel toplumdur.
Kim bunlar?
Batısı Hazar denizi, doğusu Altay ve Tanrıdağları, Kuzeyi Sibirya tundraları, güneyi Pamirler olan bu coğrafyada yaşayan insanlardan bize kalan önemli yaşam alanları ve onların kalıntılarından hareket edeceğiz.
Burada elimizdeki ilkel toplumdan kalan bakiyeler, yaşam alanlarından elde edilen kalıntılar devreye giriyor.
Peki, bu ilkel toplum bize ne bıraktı?
Gen toplumundan Kültür toplumuna doğru bir köprü kurmamız lazım.
Genleri belirledik, coğrafyayı tanıdık ama insanları tanımıyoruz, kim bunlar?
Bu genler kimin geni?
Hatta peşine düştüğümüz Sakalar ile ne ilgisi var?
Kök sözcükleri aynı olan bir dille konuşmaya başlıyorlar. Buna bilim insanları eklemeli dil diyor. Bugünkü Türkçe’mizin atası. Sümerler, Elamlar, Urartular, Medler de eklemeli dil kullanıyor veya dillerinde bu unsurlar var. Ama hala bunlara Türk diyemiyoruz. Ancak Turanlı-Asyalı diyebiliyoruz elimizde yeni kanıtlar olması gerek.
Bu büyük ve karışık kitle için bilim dünyası ÖN-SAKALAR adını verebiliyor. Bu adı verirken onların Türk olduğu söylenmiyor. Hatta Türk olmadıklarının ispatlamaya çalışan yığınla araştırma var. Biraz da haklılar. Çünkü Ön-Sakalar iddia ettiğimiz gibi sadece bizim atalarımız değil. Finlerin, İskandinavların, Polonezlerin, Ukraynalıların da ataları. Çünkü önlerine muazzam bir malzeme birikimi ve medeniyet kalıntısı, kültür birikimi çıkmış ve bunu olsa olsa kendi atalarının Hint-Avrupalıları, Aryenlerin yapabileceğini düşünüyorlar. Tuhaftır ama Hunların Türklüğünü bile tartışıyor batılı bilim insanları. Aryenlere de daha sonra değineceğiz.
Buzul çağından bu yana aynı benzeşik gen gruplarının yaşadığı bu coğrafya neredeyse hiçbir başka gen grubu tarafından tam bir işgale uğramadığına, binlerce yıl bir kuşaktan diğerine devredilerek günümüze geldiğine ve günümüzde de burada yaşayan etkin toplumların Turanlılar olduğuna bakınca bunlara Türk diyebilir miyiz?
O kararı verebilmek için burada kültür tarihi devreye giriyor.
Çok yukarılarda yazmıştık, günümüzde modern bir medeniyet kurmuş oldukları halde şimdi yaşadıkları coğrafyada buzul çağında pek insan yaşamayan, ancak birkaç bin yıl önce doğudan göçüp gelerek Avrupa’ya yerleşen batılılar, kendi kökenlerini, atalarını aramak için Asya’yı delik deşik ettiler. Bizce iyi de ettiler, çünkü aynı batılı araştırmacı ve bilim insanları, çok büyük bir hizmet yaparak Türklüğün kültür kodlarını ortaya çıkardılar. Yüzlerce kitap, binlerce makale yayınladılar. Taşa yazılmış anayasamız olan Orhun kitabelerini bile onlar okuyup çözümledi. İskit altınlarını aramak için çıktıkları yolda İskit-Saka kültürüne tosladılar. Elbette hepsi soygun amaçlı değildi kazıların. Çok ciddi bilimsel kazıları onlara borçluyuz.
Kazdıkları yerler Sümer, Elam, Anau, Kelteminar, Kurgantepe, Afanasyeva, Andronova, Taştık, Tagar kültürleri “R” benzeşik gen grubunun göç yollarında bulunuyor. Bu da yetmiyor, Turfan kazıları, Kurganlar, Kuzey Karadeniz kazıları aynı verileri elde etmemizi sağlıyor. Mağara ve kaya resimleri Altay’da, Ötüken’de, Anadolu’da aynı.
Önce yazılı belge ve tarihlerinde “Göç” kültürümüz ortaya çıktı. M.Ö. 2500 yıllarına tarihlenen göç kültürü unsurları neredeyse hiç değişmeden günümüze kadar benzeşik. Çin kaynakları, Hint kaynakları, İran kaynakları, Grek kaynakları hep aynı bilgilere vurgu yapıyor.
Derimevlerde yaşayan, sürüleri ile birlikte hareket eden, yaylak-kışlak hayatı süren, çok çocuklu, atalara bağlı, daima mobilize, savaşçı, sade bir hayatı tercih eden bir kütle. At sırtında uyuyan, atı bir hız ve savaş aracı haline getiren, atları ile beraber gömülen, kurban kültürü, su kültürü, ağaç kültürü aynı olan insanlar.
Kıyafetleri desenleri, uzun saçları kaftanları, kılıçları ile başka toplumlardan farklı bir tipleri var. Kımız içiyor, dans ediyor, davul çalıyor, av avlıyor, kuş kuşluyor, taşlara resim yapıyor, doğal güçlere ve onun en yücesi GÖK’e inanıyorlar. “Göğün en parlak varlığı güneşe, yerin en hızlısı atı kurban ediyorlar. Çünkü kurbanın kıymeti, tapınılanın kıymetine münasip olmalı. İnanç öndeliğinde daima Kamlar var.
Bunlar İskit-Saka toplumunun gözle görünen yüzü.
Ama yetmez.
Bir de yaşam alanlarında bize bıraktıklarına bakmalı.
Sümer, Elam, Anau, Kelteminar, Kurgantepe, Afanasyeva, Andronova, Taştık, Tagar kültürleri. Anau ve Kelteminar kültürleri, evet bizim coğrafyamızda ama bize dair bir işaret vermiyor. Bunların arasında en geniş alana yayılmış olan Andronovo kültürü bize çok malzeme veriyor.
Buradan aşağıya daha derinlere gittikçe malzeme azalıyor ama bir devamlılık var.
Bunun için son bulgulardan geriye doğru gitmek gerekli. Çünkü ilk ve en eski bulgular bize yeteri kadar kimlik bağışlamıyor. Bunun bize ait olduğunu ancak onu takip eden çağların kültür eserleri ile olan bağlantısı ortaya koyabiliyor. Bakıldığında M.Ö.9.000 yıllarına tarihlenebilen ve göç yollarının düğüm noktasında olan Anau ve Kelteminar kültürü ile M.Ö 3000 yıllarına tarihlenen Afanasyeva kültürü ve M.Ö.2500 yıllarına tarihlenen Andronovo kültürleri arasında bağlantılar var.
İlkel aletler, çanak çömlek, tarz, gem, üzengi, eğer, kemer tokası, dokumalar, kesici aletler, altın takılar, süs eşyaları, nihayet Esik kurganında bulunan olağanüstü bir eser olan ALTIN ELBİSELİ ADAM, Saka Prensi adeta son noktayı koymaktadır. . Tabii ki Andronovo kültürü, Taştık ve Tagar kültürleri eski benzer Anau malzemelerinin yanında daha yeni Türk eserleri de ortaya çıkarınca hüküm vermek kolaylaşıyor.
Saka-Hun-Göktürk yurtlarında bulunan genlerin devamlılığını gördüğümüz gibi, kültürün devamlılığından faydalanıp, Türklerin anayurdu olduğunu da işin içine katarak Bu Medeniyet Saka-Türk medeniyeti diyebiliyoruz.
Gen birliğinden, kültür birliğine ve dil birliğine varan bu yolculuğumuz bizi sonunda bir karara ulaştırıyor.